23 Ekim 2016 Pazar

VEDA 42 (Berna)

   Oktay’ın valizinden fazla bir şey çıkmamıştı. Belli ki beni alıp hemen geri dönmeyi planlıyordu.  Hastanede yattığı sürece pijama ve çamaşıra ihtiyaç duyacaktı. Yolumuzun üzerinde bir alışveriş merkezi olduğunu biliyordum. Onur’a oraya gitmek istediğimi söyledim. “Hay hay.” dedi ve sustu. İfadesinde bir anormallik yoktu belki ama onun bunca süre konuşmaksızın durabilmesi hiç olağan değildi. Belki de ne haltlar yediğini anladığımın farkındaydı. Hiçbir şey söylemeyecektim. İçini o ne idiği belirsiz kuşku yesin, dursundu.
  Son zamanlarda ne çok şeye şaşırmamaya başlamıştım; bu, normal miydi? Yaşamanın, tecrübe edinmenin, insana kattığı özelliklerden biri de çabuk kanıksayabilme yeteneği olsa gerekti. Eşik değere ulaşma süreci çok sancılı geçiyordu belki ama sonunda öyle bir hale geliyordunuz ki, artık neredeyse hiçbir olay sizi etkileyebilecek kadar anlamlı ya da değerli olmuyordu. Kulağa hoş geliyor değil mi? Değil işte. Bu; içindeki çocuğun ölmesi, neşe pınarının kuruması anlamına geliyordu.  Bunun fazlasıyla farkındaydım ancak bu farkındalık yeniden hissedebilmem için yeterli değildi. Mutsuzluk, üzüntü ya da öfke duyumsamıyordum belki ama artık hiçbir şey beni mutlu da etmeyecekti. Hiçbir insanı sevemeyecektim, kadın ya da erkek fark etmeksizin. Bir robot kadar duygusuz bir şekilde anların sorunsuz geçmesi için ne yapmam gerekiyorsa onu yapacaktım. 
   İşte şimdi de bir zamanlar sahip olduğum tüm olumlu duyguları yok eden adama pijama almaya gidiyordum. Çünkü kadınlık vazifem bunu gerektiriyordu. Çünkü kadın, her ne olursa olsun; ne yaşarsa yaşasın unutmalı, affetmeli ve de eşinin ilelebet ihtiyaç duyacağı bakımı üstlenmeliydi. Erkek için böyle bir toplumsal zorunluluk yoktu. Bir miktar para kazansın ve kazandığı o parayı eve getirsin, görevi tamamlanıyordu. Bunu en belirgin hasta servislerinde anlıyordunuz. Orada erkek hastaların yanlarında, hastalığının şiddeti ne olursa olsun, mutlaka eşinin refakat ettiğini görüyordunuz. Gece gündüz, o kadın, hiç kimseden yardım almaksızın ve tek gün bile aksatmaksızın erkeğinin yanında kalırdı. Kadın hastalar ise eğer kız evlatları yoksa çoğunlukla yalnız kalıyorlardı. Belki eş akşamüzeri geliyor, beş on dakika görüyor sonra da ayrılıyordu. Hele ki kadın onkoloji hastasıysa ve tedavisinin ikinci ya da üçüncü yılındaysa, çoğunlukla eşi tarafından terk edilmiş oluyordu. Buna dayanarak belki de yapmam gereken şey hemen oracıktan uzaklaşmak, kaçmak olmalıydı ama yapamıyordum işte. Üstelik gitsem ne olacaktı. Nereye gidecektim, ne yapacaktım. Hayatta sevdiğim, değer verdiğim insanlar artık eskisi gibi değillerdi. Değişmişlerdi. Tanıyamıyordum hiçbirini. Ve hayatıma yeni insanlar almak için çok geç kalmıştım. Eski olanı düzeltmek gibi bir gayem de yoktu aslında, bunun mümkün olmayacağını biliyordum ama belki de mantığımı susturup her şeyi ve herkesi olduğu gibi kabullenmeyi başarabilirdim. Bildiklerimi unutabilirdim. Denemeye değmeyeceğinin farkındaydım ancak her şeyiyle yeni olan bir hayatı denemek çok daha fazla ürkütücü görünüyordu. Cesaretim yoktu buna.
   Alışveriş merkezine ulaşmıştık. Arabayı park edip Onurla birlikte iç çamaşırı, pijama ve eşofman satılan bir mağazaya geldik. Ben birkaç şey beğenip kasaya yönelmiştim. Onur’un telefonu çaldı. Hastaneden arıyorlarmış. Oktay’ı servise alacaklarmış. Artık yoğun bakımda kalmasına gerek yokmuş. Kıyafetlerle dolu poşetleri alıp arabanın yanına inmiştik ki, kendime bir şey almamış olduğumu fark ettim. Kim bilir ne kadar yatacaktı orada. Benim de rahat bir şeyler almam gerekiyordu. Sürekli Şebnem’den giyinmem doğru değildi. Onur’a işimin kısa süreceğini, onun gelmesine gerek olmadığını söyledim ve tekrar mağazaların olduğu kata çıktım.  Tam asansörden uzaklaşmıştım ki telefonum çaldı. Oktay’ın sim kartı hala benim telefonumda duruyordu, değiştirmeyi unutmuştum. Arayan yine şu fazla ilgili görünen sekreteriydi. Üzüntüsünü çokça yansıtan o ağlamaklı ses tonuyla Oktay’ın nasıl olduğunu, iyileşip iyileşmediğini, ne zaman kendine geleceğini ve onu ilgilendirmediğini düşündüğüm daha birçok ayrıntıyla dolu soruyu ardı ardına sıralamıştı. Ben de iyi olduğunu, servise aldıklarını söyledim. Sevindi. Hatta çok fazla sevindi. Ankara’ya ne zaman döneceğimizi soruyordu ki fazla ileri gittiğini düşündüğümden telefonu yüzüne kapattım. Yine aynı mağazaya girdim, yazlık bir eşofman takımı, birbirinin aynı iki adet tişört, birkaç tane çamaşır, bir iki tane de pijama alıp hızlıca oradan ayrıldım. 

Sanırım devam edecek ;)

9 yorum:

  1. Hiç bir şeye şaşırmamak da , telefonu kıskançlığa yenilip kapatmak da hayra alamet değil
    Bakalım devamı nasıl gelecek

    Sevgiler

    YanıtlaSil
  2. Bence de devam etsin;) Kadınlık ne meşakatli iş:( Toplum ne kadar çok misyon yüklüyor kadına:( Kaleminize sağlık.... Sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. Etsin tabiiki.
    Bu arada yaşanılan hayal kırıkları yapıştırmak zor oluyor Özellikle kardeşler arası yaşadım ben de bu aralar,nasıl devam edecek bilmiyorum.
    Afetsen bir türlü-etmesen bir türlü.
    Yüreğin kocaman-güçlü kalsın ve sevgilerin taşsın!çoağalsın Elifcim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kardeş farklıdır, eloğlu gibi olmaz. Siz affedin bence ;) Sevgiler

      Sil
  4. İnsanın kendine vereceği en büyük ceza içinde ki çocuğu öldürmek :(. Ne yaşam pınarlarımız kesilsin ne de içimizde ki çocuk ölsün.

    YanıtlaSil