9 Ocak 2016 Cumartesi

YAŞLANANIN GÖZÜNDEN (bölüm 5)

 Beden ölmeden umutların tükenmesi diye bir şey olası değildi. Hatta ölümün ardını bile hayal ediyor, ruhun ölümsüzlüğüne sığınıyorduk dünyada attığımız her titrek adımda. Ölüm kaçınılmaz sondu. Olması gerekendi. Öyle ya da böyle gelecekti, ondan kaçış yoktu. Kutuplarda buza saplanıp kalmış bir gemi kaptanının cesareti kadardı yaşam bataklığındaki son çırpınışlarımız. Az biraz sonra ölmemeye kararlı ancak bir o kadar da yorgun, yılgın ve de donuk.
 Doğduğumuz gün edindiğimiz sonsuzmuş gibi görünenen enerjiden birkaç soluk alımlık kalmıştı. Ve o soluk bile ancak ayakta durmaya yetiyordu. Ayakta durmak denirse buna ya işte; olduğu kadar. Hayatın kalanı puslu, hastalıklar devasa, sorunlar çözümsüzdü. Bir kabusun çıkmaz sokağındaydık sanki; dönüp dolanıp da yorgun argın geldiğimiz nokta başlangıç noktamızdı.
  Korkmuştuk yaşlanmaktan, en az ölümden korktuğumuz kadar. Ancak buraya kadardı. Korkulan gün gelmiş, çatmıştı. Önce en kıymetlim, sonra da ben. Yaşlılıktan korkmakla geçen koca bir gençlik dönemi sonrası işte buradaydım. Bu ucu karanlık koridorda, tedavi olmayı bekleyen hastalardan biri. Çare bir adım önümdeymiş gibi görünüyor ancak aldığım her soluk beni üç beş adım geriye götürüyor, uzaklaştırıyordu. Etrafımdaki gencecik gözlerin sabırsız bakışlarını üzerimde hissediyordum. “Hadi be amca akşama kadar seni mi bekleyeceğiz, geç artık şu odaya!” bakışlarıydı bunlar. Gülünç olan şu ki; çişimin geldiğini bile hissedemeyen ben, nasıl da insanların beklentilerine karşı bu kadar duyarlı olabiliyordum. Sabırsızca gelişimin beklendiği koridorlar geçmişimin yosunlu duvarları ardında kalmıştı. Dün gibi yakın, sonsuzluk kadar uzak. Zihnimin her bir köşesi bu güzel anılarla doluydu.
  Evliliğimizin ilk yıllarıydı. Minik oğlumuz asansörün sesini duyar, kapıyı açıp sabırsızca yolumu gözlerdi. Asansörün kapısı açılır açılmaz mis gibi yemek kokuları dolardı burnuma.
  Derin bir nefes alıyorum aynı kokuyu duymanın ümidiyle, keskin bir ilaç kokusu burnumu sızlatıyor, vazgeçiyorum. Bir, iki saniye sürüyor soluksuz direnişim. Yaşamın gerekli kıldığı her gülünç alışkanlık gibi bu da bedenin ölüme meydan okuyuşu. Vazgeçtim demeyle geçilemiyor yaşamdan. Ölümün kaçınılmazlığından da kaçınılmaz yaşamın sürekliliği. Bu çürümüş bedene sıkışıp kalmış engin bir ruh; sabırsız ölümle kucaklaşmak için. Üstelik henüz ölmeden çürümüş olan bedenin, yaşam arzusuna inat.
  Anılarım da tüm bu itici koşullara rağmen taptaze karşımda duruyor. Sahnemde artık serum askıları, soluk renkli monitörler ve damgalı nevresimlerle kaplı yatak örtüleri yok. Dev bir hortum hepsini hastanenin tavanı ile birlikte içine alarak göğe yükseliyor. Etrafımızı saran duvarlarla birlikte, tüm o önlüklüler çetesi saydamlaşıyor. Titrek elimin içerisinde sıcacık avcunu hissediyorum sevdiğimin. Hatırladığım son hali gibi değil. Damarların, kemikler ile görünme yarışına girmediği zamanlardan kalma bir anı. Mevsim sonbahar. Yapraklar renkten renge giriyor, yanıyor kimisi; alev alev. Attığımız adımlara komşu minik fareler arkalarında çıtırtılar bırakarak yer örtüsünün altına, ikinci bir dünyaya doğru kaçışıyorlar. Göl ile aramızda yükselen sazlıklar su kuşlarının yuvası. Yuvamızdan uzaklaşmak, soluklanmak demek o zamanlar bizim için. Biraz olsun mola vermek hayata; nefes almak, huzur bulmak. Aslında ne kadar da sıkıntısız olduğumuzun farkında olmadığımız zamanlar. Sağlıklı, güçlü ve mutlu olduğumuz… Tek derdimiz biraz daha fazla para kazanmak, geleceğe yatırım yapmak. Çünkü geleceğe taşınan tek şeyin para olduğunu sanıyor ve en çok parayı tüketirken endişe duyuyoruz. Kavgalarımız şiddetli, egolarımız ezeli düşman. Anın paha biçilmezliğinin farkında değiliz. Değersiz gündelik uğraşılar karşılığında harcayıp duruyoruz. Oysa o anı anılarda değil de gerçekte yaşamak uğruna, kalan ömrümün tamamını (geriye ne kaldıysa) vermeye hazırım. Olmuyor.

    “Hadi amcacığım.” diyerek bir el nazikçe kolumdan tutup yatağıma oturmama yardımcı oluyor ve bu temas beni yeniden antibiyotik kokan, bana ait olmayan kırık dökük bedene hapsediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder