25 Ağustos 2016 Perşembe

Ben de Kıskanıyorum


  Mutsuz olduğum, özellikle de çaresiz hissettiğim dönemlerde hayvan olsun, börtü böcek olsun, farkındalığı insandan az olan ne varsa kıskanıyorum. 
 Kaz mısın? Mis gibi suda bir iki süzül, endamını göster; kap  ekmek parçalarını. Başka derdin var mı,  yok.
 Başına gelebilecek en kötü şey birine yem olmak belki ama bunun da bilincinde değilsin. Icgudusel olarak bir iki tıslayıp uzaklaşır, beş dakika sonra unutup geri dönersin.
 Gerçi unutma konusunda biz de fena değiliz ama yetmiyor işte. Daha da hızlı unutmak gerek.
  En iyisi kaplumbağa olup tüm alıcıları kapatıp kabuğuna girmek sanırım.

23 Ağustos 2016 Salı

VEDA 36 (Oktay)

  Pizza bitmişti. Kocaman pizzadan tek bir dilim almıştım ve pizza bitmişti. Oysa hep tersi olurdu. Bu kadar yiyebilmiş olmasına şaşırmam gerekirdi belki ama artık neye şaşıracağımı bilmiyordum. Çantasından çıkardığı ıslak mendil ile ellerini sildi, sonra bir tane de bana uzattı. Gülümsemeye devam ediyordu.
  “Arkadaşın ne zaman gelir?” dedim ve “Ne zaman gidiyoruz?” diye ekledim, gülümsemesinden cesaret alarak. Birden ciddileşti. Bir mendil daha çıkardı, ağzını sildi. Derin bir nefes aldı; “Arkadaş falan yok. Ayrıca neresi olursa olsun fark etmez, sadece buradan gitmek istiyorum. Üstelik sen gelmiyorsun.” Dedi. Sonra da masanın üzerindeki telefonu aldı ve kurcalamaya başladı.
  Umutsuzluğa kapılmaya başlamıştım. Belki de başından beri yanlış şey için endişeleniyordum. Çaresiz kalmıştım. Ne yapmam, ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Öfkelenmeli mi, üzülmeli mi yoksa boş versene deyip çantamı alıp gitmeli miydim? İçimden ağlamak geliyordu. Tüm olanlar bir kenara, yıllardır herhangi bir şey için tek bir damla gözyaşı dökmemiş olmama şaşırdım.
  
   Yemek boyunca birkaç kez telefonum çalmıştı. Açmak istememiştim. İşte yine çalıyordu. Ömür olmadığını umarak cebimdeki telefonu çıkardım. Hastanenin numarasıydı. “Hocam!” dedi telefonun ucundaki ses. “Sizi rahatsız ediyorum, özür dilerim ancak Ömür adında bir bayan sizinle görüşmek istediğini söylüyor.”
“İzinde olduğumu söylesene kızım!”
 “Raporlu olduğunuzu, hastanede bulunmadığınızı söylediysem de bir türlü inandıramadım. Belki siz kendisiyle konuşmak istersiniz.” Yerimden kalktım. Masadan uzaklaştım. “Şu an hiç müsait değilim. Onu sonra arayacağımı söyle.”

 “Hocam çok ısrar ediyor, zor durumda kaldık, lütfen!” Telefonun ucundan gelen hışırtı ve ufak bir gürültünün ardından Ömür’ün sesini duydum. Ne söylediğini anlayamıyordum. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Göğsümdeki baskı ve ağrı dayanılmaz bir hal almıştı. Nefes almakta ve ayakta durmakta zorlanıyordum. Önce elimdeki telefon yere düştü, sonrası ise karanlık.  

Devam edecek... ;)

21 Ağustos 2016 Pazar

VEDA 35 (Oktay)

 Yol boyunca hissettiğim telaş, havalimanına girince daha da arttı. Ben de sizinle geleceğim demiştim ama uçabileceğimden hala emin değildim.  Göğsümde baskı hissediyordum. Kontrol noktasından geçerken Berna’nın rahat ve de kendinden emin hareketleri hoşuma gitti. Genel olarak halinde ve tavırlarında büyük bir değişiklik vardı. Eski gergin ve de öfkeli görünümünden eser yoktu. Yaklaşık bir saattir baş başa olmamıza rağmen henüz herhangi bir şey için sinirlenmemişti.
   İçeri girdikten sonra “evet” dedim “ne yapıyoruz?” Bana döndü, durakladık. “Önce oturacak bir yer bulalım. Sonra konuşuruz. Sana anlatacaklarım var.” Dedi.
   Terminal içerisinde biraz dolaştıktan sonra pizza yemeye karar verip, kalabalıktan nispeten uzak bir masaya oturduk. Çantalarımızı masanın yanına koymuştuk. Menüyü inceleyip sipariş vermemiz her zamankinden daha kısa sürdü. Berna’nın oldukça sakin ve kararlı tavırları, alışılageldik hallerinden çok uzaktı. Arkasına yaslandı, ellerini birbirine kavuşturup masanın üzerine koydu. Onları tutmak üzere öne doğru eğildiğimde geri çekip, dizlerinin üzerine indirdi. Bozulmuştum, ancak buna hakkım olmadığının fazlasıyla farkındaydım. Gözlerime bakmaya devam ediyordu. “Sana yalan söyledim” dedi. “Buraya geliş nedenim yani kaza olayı yalandı.” “Biliyorum” dedim. “Lütfen!” dedi, “İzin ver anlatayım. Amacım geçmişi konuşmak, sorunları deşmek değil. Sadece bir şeyin farkında olmanı istiyorum. Derya olayını biliyorum.” O an göğsümdeki baskının ağırlaştığını hissettim. Karnıma kramplar giriyordu. “Bunu konuşmak için çok geç farkındayım. Bunca zaman geçtikten sonra sana herhangi bir şey için kızacak da değilim. Sadece anlamaya çalışıyorum. Neden hala devam ettiriyoruz?” Bir cevap bekleyip beklemediğini anlayamamıştım. Sadece onu ne kadar çok sevdiğimi, ondan asla vazgeçmediğimi ve vazgeçemeyeceğimi söylemek istiyordum ancak boğazım düğümlenmişti. Hiçbir şey söyleyemedim. Anlık bir duraksama sonrası devam etti. “Evliliğimiz sadece birbirimize tahammül etme çabalarından ibaret. Ben artık dayanamıyorum, dayanmayı çok istedim ama yapamıyorum. Artık yeni bir hayata başlamak istiyorum” dedi. “Seninle olamayacağı da çok açık. Bırak beni de gideyim.”
  Tüm gücümü toplayıp konuşmaya başladım. “Bu şekilde seni hiçbir yere bırakmam. Bana desen ki artık sevmiyorum. O zaman döner giderdim. Ancak böyle olmaz.” Sessizce dinliyor olması cesaretimi artırmıştı. “Bundan sonra da elimden gelen her şeyi yapacağım, söz veriyorum. Üstelik Derya, ya da bir başkası umurumda değil. Ben yalnızca seni seviyorum, seninle hayatıma devam etmek istiyorum. İzin ver bunu sana ispatlayayım.”
  “ Mümkün değil.”  Dedi. “Üzgünüm ama sana inanmam, güvenmem mümkün değil. Birbirimizi ne kadar sevdiğimizi tartışmak için çok geç kaldık. On koca yıl geçti ve artık ağzımızdan dökülen sözcüklerin bir anlamı yok. Burada karşımda diz çökebilirsin, hatta belki yalvarıp ağlayabilirsin bile. Neyi değiştirir sanıyorsun? Gecenin bir yarısı yola çıkmış, buraya kadar gelmişsin. Peki ne için… Ne umuyorsun? Ben yıllardır sırtını döndüğün,  hiçbir zaman ciddiye almadığın, dinlemediğin ve de umursamadığın karınım. On yıldır böyle bir adam tanıdım. Şimdi ne sanıyorsun? Gece yarısı yollara düştün, geldin diye değiştiğini ummamı mı bekliyorsun? Kendini kandırma. Beni zaten kandıramazsın.”
     Ne söylemem, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Elim kolum bağlanmıştı. Tek bir söz edebilecek durumda değildim. Belki de buraya hiç gelmemeliydim. Evet, evet… Tamamen hataydı, ters tepmişti. Keşke gelene kadar bekleseydim, neden telaşlandım ki sanki. İşte, gayet iyi görünüyordu. Hasta falan olamayacak kadar aklı başındaydı. Son derece de rahat görünüyordu. Kendi düştüğüm durumdan da çok, onun bu soğukkanlılığına şaşırıyordum. Bu bir kumar değildi ve gelirken hiçbir alternatif düşünmemiştim. Sadece yeniden yoğun bir depresyon atağında olduğunu düşünüyordum ancak bu hal, gerçekten de beklentimin dışındaydı. Evet bu bir kumar değildi ama ben tüm kozlarımın şimdiden tükendiğini hissediyordum. Belki de haklıydı, gerçekten de her şey için çok çok geç kalmıştık.
    Çantasından telefonunu çıkardı ve kurcalamaya başladı. Sanki aramızda, az önceki konuşma hiç geçmemiş gibiydi. Ben ise gözlerimi üzerinden alamıyordum. Onun benden bu kadar uzaklaştığını hiç ama hiç anlayamamıştım. Ve onu daha önce hiç, şu an olduğu kadar özlememiş olduğumu fark ettim.
    Sigara içmek istiyordum, içmem gerekiyordu. Ellerimin titremeye başladığını fark ettim. Göğsümdeki baskı arttıkça artıyordu. Sorguya çekilmekte olan, yaptıklarından pişman bir suçlu gibi karşısında ter döküyordum. Oldukça uzun gelen bu sessizlik garsonun siparişlerimizi getirmesiyle bozuldu. Elindeki telefonu çantasına geri koydu. Garsona gülümseyerek teşekkür etti ve iştahlı bir şekilde pizzasından lokmalar almaya başladı. Ben ise hiçbir şey yiyebilecek durumda değildim. Bir an kafasını kaldırdı ve hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek, “Yesene hadi, acıkmışsındır.” dedi. Önümdeki yiyeceğe baktım. Aklım konuştuklarımızda ve çantamda duran sigara paketindeydi. Pizzadan bir dilim aldım, ağzıma götürdüm. Zoraki bitirebildim. En iyisi hiçbir şey olmamış gibi konuşmalı diye düşündüm.

    “Bulantın nasıl oldu, daha iyi misin?” diye sordum, aklıma sadece bu gelmişti. Gülümseyerek, “geçti çoktan” diye cevap verdi.

devam edecek.. ;) 

20 Ağustos 2016 Cumartesi

VEDA 34 (Oktay)

   Siteye girip girmeme konusunda kararsız kalmıştım. Belki de önce Şebnem’i ya da Onur’u aramam daha uygun olacaktı, bilemiyordum. Bir müddet güvenlik noktasının gerisinde bekledikten sonra aramamaya karar verdim. Araçla bariyerlerin önüne ilerledim. Güvenlik görevlisi açık olan pencereden kafasını dışarı doğru uzatıp kime geldiğimi sordu. “B blok, 6 numara; Oktay Beyler.” dedim. Tekrar içeri girip telefonu kulağına götürdü. Birkaç saniye sonra bariyerler kalktı ve içeri girdim. Arabayı boş bulduğum bir yere park ettikten sonra B bloğa ilerledim. Asansörle yukarı çıkarken gergin olduğumu fark ettim. Kalbim hızlanmıştı. Ben de nefes alışverişimi yavaşlattım. Vücudumu gerilecek bir durum olmadığına inandırmaya çalışıyordum.
   Dairenin kapısı açıktı ve Şebnem kapıya yaslanmış beni bekliyordu. Sinirli görünüyordu. Yeni bir şey değildi bu. Beni hiçbir zaman sevmemişti ve bunu belli etmekten de çekinmezdi. Cesaretimi topladım ve ona doğru yaklaştım. “Günaydın” dedim. “Kusura bakma sizi rahatsız ediyorum sabah sabah.” “Olur mu Oktay, buyur içeri gel” dedi. Sesi kuru ve de soğuk geliyordu. İçeri girdiğimde Berna’yı göremedim. Belki de uyuyordu. Salona doğru ilerlerken, “Berna nerede?” diye sordum. “Çıktı” dedi. “Anlamadım! Nasıl, ne zaman çıktı?” Yüzünde sen karının nerede olduğunu nasıl bilmezsin. Ne sorumsuz ve de ilgisiz bir adamsın ifadesi vardı. O öyle düşünmüyordu belki ama benim aklımdan tam da bunlar geçmişti. Tedirgin olmuştum. Onu aramak üzere telefonumu çıkardım. İki cevapsız çağrı vardı. Ömür aramıştı. Kısa bir duraklama sonrası Berna’yı aradım. Açmıyordu. “Bir saat oldu çıkalı. Kuaföre uğrayacaktı. Sitenin kuaförü C bloğun altında. Bir bak istersen, belki de oradadır.” Dedi. Teşekkür ettim ve alelacele dışarı çıktım. Asansörün gelmesini beklerken geriye döndüm. Şebnem hala kapıda bekliyordu. Utana sıkıla “Onur’a geçmiş olsun dediğimi ilet olur mu? Daha önce arayamadım, kusura bakmayın.” Dedim. Şaşırdı. “Anlamadım!” dedi. Tam o sırada asansör gelmişti. “Neyse” dedim. “Sonra görüşürüz. Mutlaka arayacağım.” deyip asansöre bindim ve aşağı indim.
   Koşar adımlarla kuaför salonunun önüne kadar geldim. Berna içerideydi. Saçlarını boyatmıştı. Ödeme yapıyordu. Yüzü gülüyordu, iyi görünüyordu. Neden mutsuz olmasını bekliyordum ki zaten. Bir an ne diyeceğimi bilemedim, geri dönüp arabaya doğru yürümeye başladım. Uzun zamandır hiç böyle heyecanlanmamıştım. Sonra da o gece, Ömür’ün kapısında beklerken hissettiğim heyecanı anımsadım, utandım. Pişmandım. Ve bu noktadan sonra vazgeçersem daha da pişman olacağımı düşündüm. Tekrar geri döndüm. Berna kuaförden çıkmış, bahçe kapısına doğru geliyordu. Sabah güneşi yüzüne ve saçlarına vuruyordu. Saçlarının kızıllığı güneşin de etkisi ile iyice belirginleşmişti. Yüzünde eski günlerden kalma tatlı bir gülümseme vardı. Durdu. Gözlerini kapattı, kafasını kaldırdı. Derin bir nefes aldı. Dudaklarının kavsi artmıştı. Gözlerini açtı ve açar açmaz yüzü yeniden soldu. Göz göze gelmiştik. Ona doğru adım attım. O ise sendeleyerek yandaki güllerin sarılı olduğu demir kapıya doğru uzandı. Sonrasında hızla elini çekti. Yanına koştum. Avucu kanıyordu. Diken batmış olacaktı. Cebimden peçete çıkardım ve avucuna bastırdım.

19 Ağustos 2016 Cuma

VEDA 33 (Berna)

     Arabanın içinde, gece boyunca içilmiş olan sigaranın rahatsız edici kokusu vardı. Midemin bulandığını hissettim, camı açtım. Dışarıdan, beni rahatlatmasını umduğum derin bir nefes çektim. Bu kez trafiğin ürettiği yoğun bir egzos kokusu, midemi iyice bulandırdı ve elimde olmaksızın öğürmeme neden oldu. “İyi misin?” diye sordu, sakin bir şekilde. “Uygun bir yer bulabilirsen arabayı kenara çeker misin?” dedim. Az ileride benzin istasyonu vardı. Oraya gelince durabilirmiş.
   Araçtan iner inmez lavaboya doğru koştum. Burası çok daha fenaydı. Etkisi henüz geçmeyen tüm o kokuların üzerine bir de benzin ve tuvalet kokusu eklenmişti. Elimi yüzümü yıkadım. Akşamdan beridir hiçbir şey yememiştim. Her öğürmemde çıkan azıcık safra, genzimi yakıyordu. Lavabodan akan su ile ağzımı çalkaladım. Bu sırada tuvaletin kapısı açıldı. Oktay, elinde şişelenmiş su ile içeri girdi. “Al bunu iç bitanem. Soğuk soğuk iyi gelir.”
    Tekrar arabaya bindiğimizde, daha iyi hissediyordum. “Yüzün bembeyaz oldu. Uçuş kaçta? İstersen önce bir şeyler yiyelim.” Oktay’da hiç ummadığım bir telaş vardı. En son ne zaman onu bu kadar ilgili gördüğümü hatırlayamadım. Hoşuma gitmişti. Yine de temkinli olmam, tekrar kendimi kaptırmamam gerekiyordu. Daha öncekiler nasıl son bulduysa muhakkak bu hali de geçecekti, biliyordum.

    “Daha çok vakit var, acelemiz yok. Havalimanında yeriz.” Dedim. “Sen bu halde gidebilecek misin peki?” İyi hissediyordum. Bulantım geçmişti. Ancak biletleri almamız gerekiyordu. Umarım yer bulabilirdik. Bu düşüncemi söylemedim. Bir de arkadaş yalanı vardı. Nasıl düzelteceğimi hiç düşünmemiştim. Neyse, orada bir yolunu bulurdum. Zaten nasılsa havalimanına girer girmez kaçıp geri dönecekti. Ben de kendime gidecek bir yer bulurum diye düşündüm. Roma olmazsa da başka bir yer. Dünyada gezecek öyle çok şehir, yapacak öyle çok şey vardı ki. Yıllarca bir adamın aklına uyup da zindan gibi bir eve nasıl kapanmışım anlayamıyordum. Oktay’a olan öfkem yeniden canlanır gibi oldu. Hayır, hayır. Bu kez öfke, tartışma ya da benzeri negatif hiçbir şey olmayacaktı. Artık çevremde sadece huzur var olsun istiyordum. Gereksiz duyguların hayatımı mahvetmesine izin vermeyecektim. İster Oktaylı ister onsuz olsun, hiçbir önemi yoktu. Yüzümde varlığına engel olmadığım bir gülümseme belirdi. “Her şey çok güzel olacak.” 

Devam edecek. ;)

17 Ağustos 2016 Çarşamba

YALNIZLIK

 Yalnızlık, "bir durum"dan ziyade "bir his"tir. Görecelidir. Sende ya da bende duruşu farklı bir kıyafettir. Sana tam geliyorken, benim dünyamı dar edendir. Bana bol gelirken bir başkasını boğan kalabalıktır yalnızlık. 

 Yalnızlık, tarifi kolay; dayanması zor bir zulümdür. Kendi sesine hasret kalmaktır. Su ile, çiçek böcek ile dostluk; düşlere muhtaç olmaktır. Allah düşmanıma bile vermesin dediğimiz; dağı, taşı çatlatan derttir. Varlığı ile tüm varları içine çekip yok eden bir kara delik gibidir istenmediğinde.

  İsteyerek uzaklaşmışsan eğer şehrin bol tantanalı karmaşasından ve bir sandalın üzerinde oturmuş bekliyorsan akşam yemeğinin oltaya gelmesini ya da güneşin batışını, sazlıklar ve sazlıklardan havalanan su kuşları ile birlikte seyrediyorsan, ufak bir mola vermek, dinlenmektir yalnızlık. 

  Bazen şans, çoğu zamanda da şanssızlıktır yalnızlık. 

5 Ağustos 2016 Cuma

VEDA 32 (Berna)

   Kapıdan çıkarken sevgili saç bakım uzmanımla geçen konuşmamızın etkisindeydim hala. Mutluydum, rahatlamıştım. Her şeye rağmen umut doluydum. Bitmesini hiç istemediğim bir haldi bu. Bahçe kapısına sardırılmış pembe güllerin arasından geçerken içime derin bir nefes çektim. Gerçek gül kokusunu tüm hücrelerime doldurmak istercesine uzun bir soluktu bu. O an, ayaklarımdan zemine çakılı kalmama sebep olan o görece uzun; yüreğimin kıpır kıpır olmasına, aldığım soluğun ciğerlerimde hapsolmasına sebep olan o büyülü an, aşık olmaktan bir türlü vazgeçemediğim adamla göz göze geldiğim andı. Aradan yalnızca üç gün geçmiş olmasına rağmen yüz yıl geçmişçesine bir bitkinlik kuşattı uzuvlarımı. Düşmemek için kolumu yana uzattığımda avuç içimde yakıcı bir acı belirdi. Yüzümü buruşturarak elimi çektiğimde fark ettim, üç ayrı noktadan sızmakta olan kanı. Kafamı tekrar kaldırdığımda hızla yanıma gelmekte olduğunu gördüm. Avuç içimde beliren bu fiziksel acı kolumdan yüreğime ulaştığımda geçen on yılın hayal kırıklıkları yeniden dimağımda canlandı. Kaçmak istiyordum, uzaklaşmak, olabildiğince hızlı koşup kaybolmak, kaybettirmek izimi ve silmek aldığım yaşların tüm etkisini. Belki o da bir hayaldi; sadece bedensiz bir yansıma. Öyle olduğunu umarak yanından geçip gitmek üzereydim. Kolumdan tuttu. Cebinden çıkardığı peçeteyi avcumdaki yaraların üzerine doğru kapattı.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu.  Nereye olacak, senden kaçabileceğim herhangi bir yere demek istedim. Yapamadım, yapmadım. “Ona.” dedim. Elimi bıraktı. “O da kim?”  Öfkeli olmasını bekliyordum ama daha çok şaşırmış gibi görünüyordu.
   “O işte. Senden önce o vardı. Hatta hep o vardı. Hayal ettim ben onu. Kendim yarattım. Yanımda olmadığın, hatta yanımda iken aslında yok olduğun anları bile onunla doldurdum ben. Ama silebilirim. İstediğin an silip çıkarabilirim hayatımdan” demek istedim ama anlamayacaktı, biliyordum. Tüm o havada kalacak, hatta beni olduğumdan da aciz gösterecek sözcüklerin yerine “Fakülteden arkadaşım.” Dedim. “Onunla uzun zamandır planladığımız bir tatil vardı. Sana bahsetmiştim, unuttun mu?”
   “Hangi arkadaşın?” Diye sordu. Umutsuz ve de yarım bir gülümseme belirdi yüzümde. “Hangi arkadaşımı tanıyorsun da onu tanıyacaksın hayatım? Üstelik ne fark eder, gidiyorum işte. Kafam karışık son zamanlarda. Biraz tatile ihtiyacım var. Hem sen niye geldin, hayırdır?”

    Tekrar ellerini uzattı, “Tatilini erteleyemez misin?” diye sordu. “Ya da izin ver, ben de seninle geleyim.” Şaşırmıştım. Ne duyduklarıma ne de ışıltısını unuttuğum gözlerindeki samimiliğe inanabiliyordum. Olanlar hayalden de öteydi. İmkansızdı. Bu kez gerçekten de çıldırıyor olmalıyım diye düşündüm. “Gerçek misin sen?” diye sordum. Bakışları tıpkı eskiden olduğu gibi sıcacık ve berraktı. Gülümsedi. Bu kez; “Ben de sizinle geliyorum.” Dedi. Sesinde soru sorduğuna ya da rica ettiğine dair bir vurgu yoktu. Karalıydı, istekliydi. Yine de bu halinden şüphe etmek için yıllarca birçok gerekçe biriktirmiştim. “Keşke gelsen.” Dedim. “Ama gelemezsin ki, Roma’ya gidiyorum. Uçağa binemezsin.” Biraz durdu ancak yine kararlı bir şeklide, “Neden binemeyecekmişim, hadi bana da bilet alalım.” dedi. Erkeklerin bir kadını gerçekten istediği andaki çocuksuluğu değişmez bir durumdu. Gardı inmeye hazır her kadında merhamet duygusu uyandırır bir çocuksuluktu bu. “Neyse!” dedim. “Hadi beni havaalanına bırak. Nasılsa oradan dönmek istersin sen.” Elimi sımsıkı kavradı ve arabaya doğru sürüklemeye başladı. 

Devamı gelecek... ;)