2 Ekim 2016 Pazar

VEDA 39 (Berna)

    Onur’la bahçedeki banklardan boş olanına geçtik. Aslında üçümüz birlikte gelmiştik ancak abi, banka oturmak yerine hemen yanı başımızdaki kaldırımın kenarına çökmeyi tercih etmişti. Onur birkaç kez kalkıp da onu yanımıza oturtmaya çalışsa da başaramadı ve sonunda görmezden gelmeye karar vermiş olacak yanıma oturup konuşmaya başladı. Kısa bir süre sonra yoğun bakım odasında can çekişen kocamı unutmuştuk. Hastane bahçesinde ders aralarında vakit geçirdiğimiz günlere döndük. Eskilerden konuşuyorduk. Benim ne kadar inek olduğumu, gözümün dersten başka hiçbir şey görmediğini, hayatımı o zamanlar da şu anda olduğu gibi boş düşüncelerle, gereksiz şeylerle heba ettiğimi söylüyordu. Hatta hemen yakınımızda sigara üstüne sigara yakmakta olan abiyi unutmuş olacak, “Volkan’a fırsat verecektin Berna, çok hata ettin.” Dedi. Ben daha bir şey söylemeden yaptığı gafın farkında olarak hızla abiye döndü. Bizi dinlemiyor olduğunu fark edince rahatlamıştı. Sonra sesini biraz daha alçaltarak konuşmaya devam etti.
  “Bak…” dedi “ne karısını aldatıyor ne de başka kötü bir huyu var. Benden iyi olmasın tam bir kılıbık oldu.”  Volkan’la Onur çok iyi anlaşırdı. Aynı arkadaş grubundaydık ancak ben Volkan’dan pek hoşlanmazdım. Gereğinden fazla sessiz ve tahammül edemeyeceğim kadar bön gelirdi. Ortada dönen muhabbeti anlayıp da eşlik etmesi zaman alırdı.  Ne zaman espiri yapsam herhangi bir tepki göstermeksizin alık alık yüzüme bakardı. Tıp fakültesini nasıl dereceyle bitirdi, TUS’ta nasıl Türkiye beşincisi oldu hiçbir zaman anlayamadım. Onur aramızı yapmaya çalıştığı dönemlerde hep; “Bak o senin yanında böyle oluyor. Normalde çok eğlencelidir. Bir şans ver, adam sana çok aşık.” Deyip durmuştu ama olmadı işte. Facebook’ta birkaç fotoğrafını gördüm sonra. “Ya evet, saçları iyice dökülmüş. Emekliliğine az kalmış memur amcalar gibi görünüyor şimdi.” Dedim.
   Sessizce güldü. “Sen kendinin farkında değilsin her halde.” dedi. Bozulmamıştım. Ben de ne zamandır yaşlanıyor olduğumun farkındaydım. Yine de aynaya her bakışımda görüntüme şaşırıyordum. İnsanın ruhu yaşlanmıyor diyorlar ya, işte onun ne demek olduğunu artık anlıyordum.
   “Benim nerem yaşlı be!” dedim. “Sen kendine bak.”
    “Ben dökülen saçlarımla da, belirmeye başlayan göbeğimle de, beyazlarımla da barışığım kızım. Onlar benim anılarımın sosyal güvencesi. Bir de Defne var tabi. Sen daha çocuk yapmicam diye tuttur, dur. Bak, adamı da harcadın zaten. Bundan sonra ne yapacaksın bakalım.”
    Onur’un bu cümlesi ile birlikte ikimiz de neden orada olduğumuzu anımsamış olacağız, başlarımız öne eğildi. Göz ucu ile abiye baktım, “Oktay da sizin gibi çok fazla sigara içerdi” dedim. Aslında insanların, hele ki samimiyetimiz yoksa, özel hayatlarına burnumu sokmazdım. Ama sanırım öfkem Oktay’aydı. İçinde bulunduğumuz durumdan dolayı onu suçlu görüyordum.
    Abi elindeki yarım izmariti yere attı. Ayağa kalktı. “Ben kantine gidiyorum. Bir şey ister misiniz?” diye sordu. İkimiz de hayır manasında kafamızı salladık. Az sonra elinde üç bardak çay ile geri geldi. Yanımıza oturdu. Onur’a işi olup olmadığını sordum, izin aldığını söyledi. Bugünlük müsaitmiş. Sessizce çayları içtik.
   Yorgunluk, uykusuzluk kendini göstermeye başlamıştı. Uzanmak ya da hareket etmek ihtiyacı hissediyordum. Duş almam ve kıyafetlerimi değiştirmem gerektiğini söyledim, evin anahtarlarını bana uzattı. Sonra da orada kalmasına gerek olmadığını düşünmüş olacak beni eve götürmeyi teklif etti. Bizimle gelmesi yönünde abiye ne kadar ısrar ettiyse de oradan ayrılmaya ikna edemedi.
   Arabada giderken ekranı kırık olan telefon yeniden çalmaya başladı. Çantamdan çıkardım. “Telefonun mu kırıldı” dedi Onur. Oktay’ın telefonu olduğunu söyledim. Kendi telefonumdaki sim kartı çıkarıp yerine Oktay’ınkini taktım. Yol boyunca pek konuşmadık.
    Eve geldiğimizde Şebnem çoktan çıkmıştı. “Galeriye gitmiş olacak” dedi.  “Sergisi var.”  
   “Defne yok mu?” diye sordum. “Defne de yanındadır. Onu da kendine benzetiyor.” dedi. “Benzetsin” dedim, “Şebnem kadar iyi bir örnek mi olur?”. Kinaye yapmıyordum, gerçek düşüncem buydu. Koridora doğru giderken salondan sesi gelmeye devam ediyordu ancak ne dediğini pek anlayamıyordum. Giysi odasına girdikten sonra kafamı kapıdan koridora doğru uzatıp “Şebnemin giysilerinden alıyorum Onur’cuğum, hiç temiz kıyafetim kalmadı” diye bağırdım. Sonra kendime dolaptan bir kot ile tişört aldım. Banyoya geçmeden hemen önce telefonu çantamdan çıkarıp Onur’a verdim ve çalarsa bakmasını söyledim. Hastanesinden arıyor olabilirlerdi. Durumunu henüz kimseye söylememiştim.
        

14 yorum:

  1. Bu bölümden yakaladım ama ilk bölüme dönüp tamamını okuyacağım. Kaleminize sağlık :) Sevgilerimle,

    YanıtlaSil
  2. Ben de hep aynı şeyi hissediyorum beden yaşlanıyor, ruh bir yaşta sabit kalıyor... Hangi yaşta sabitkeniyor diye hep merak ediyorum... Kalemine sağlık... Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla ben geçen gün hissettim ilk olarak. Saçlarımı iki yandan topuz yapmıştım. Aynaya bi baktım, bakmaz olaydım. Dedim; artık ben iki yandan topuz yapacak yaşları çoktan geçmişim. Halbuki ruhumu bıraksan tütülü elbiseler giyip gezecek ;) sevgiler

      Sil
  3. great writing! I wonder what happens next.

    YanıtlaSil
  4. Bu bölümü o kadar sabırsızlıkla beklerken nasıl kaçırmışım anlamadım =(. Kitap tadın da keşke daha çok sayfayı bir anda okuyabilsem dediğim =). Ellerine sağlık kalem =). Bu kadar bekletme bizi =). Sevgilerimle

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok ara verdim, farkındayım. Son zamanlarda uykuya yenik düşüyorum. YAz rehavetiydi sanırım ama artık havalar soğudukça benim uykusuz gecelerim başlar. Sonra gelsin şiirler, yazılar ;) Yani umarım :)
      Sevgiler benden ;)

      Sil
  5. Merhaba kalemcim��
    Bu bir hikaye mi? Diger sayfalarina bakayim sevgiler ��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Deryacığım, hoş geldin ;)
      Valla "Veda" ya hikaye diye başladım ama sonra durduramadım, aldı başını gitti. Bu 39. bölümüydü. Sevgiler benden ;)

      Sil
  6. Diğer bölümlere de göz gezdirdim, son derece akıcı. Sevgiler

    YanıtlaSil