-Dertsizler kervanında, eşeğin
sırtındaki çulu yük sanıp ağlaşan, ağzı gözü yamuk develer gibiyiz. Üstelik
kervan da, deve de, eşek de biziz; yol da bizim, çul da.
Aslında pratikte değişen bir şey yok. Hayattaki tüm gedik ve kıyısı köşesi tırtıklanmış parçalar yerli yerinde duruyor. Ben ise artık ne yaşadığım ve gördüğümle değil de ne hissettiğimle ilgilenmeye başladım. Üstelik karar bile almadan, durup dururken. İyi olacağım diye bir gayem yoktu. Yaşantımı değiştiremezdim. İstediğim bu değildi. Sadece herhangi bir sebeple ortaya çıkan ve içimi kemirmeye kalkışan kimyasalı hissettiğim anda, bir yerlerde saklanan serotonini salacaktım ortaya.
İşe yaradı. Hem de oldukça. Zaten dert dediğin nedir? Gördüm ki yeri geliyor, benim gözyaşı döktüğüm bir şeye dünyanın bir ucunda, başka bir insan evladı güle oynaya sarılabiliyor; ben de en azından bir iki göz kırpayım, tebessüm edeyim dedim. Yüzüne gülümsediğim ne varsa ışıldamaya başladı.
Yine de dert sadece sahip olduğundan ibaret olmuyor, acıya ortak olma olayı da var. Bazen sırf etrafındaki birilerinin acılarına ortak olma adına onlarla birlikte ağlıyorsun. Halbuki ağlayan bir suratın kime, ne faydası var? Herkes çözüm ister ya da en azından umutlanmak, gülmek, güldürülmek. Ya da ağlarken bir parça mendil, dinleyen bir çift kulak. (Aslında teki de yeter. Biz ki suya derdini anlatan bir milletiz.) Benim ise bırakın güldürmeyi, gülmekten utandığım zamanlar oluyor. Yaptığım yanlış belki bilemiyorum ama mutlu olabilmek, huzur bulmak adına tamamen duyarsızlaşmak hiç doğru olmasa gerek.
Bu kadar ölçülü yaşamak mümkün mü ya da insan yapısına uygun mu peki?
Aslında birer hamur parçası gibiyiz; yoğrulmaya, şekilden şekile girmeye müsait. Niyeti kötü olmayan, iyi kalpli ama bir o kadar da mutlu bir insanın dünyaya ya da insanlığa bir zararı olduğunu sanmam. Hatta karamsar, acıların evladı kalıbından sıyrılamamış ve bu şekilde faydası dokunacağını zanneden bir budala olmaktan çok çok daha iyidir diye düşünüyorum.
Çocuklar kadar saf ve temiz bir dünyaya uyanmak dileğiyle. (İmkansız olduğunu bile bile istemek...)
Birkaç hafta öncesine kadar
uykusuzluktan yakınıp durduğum yaklaşık bir ömür geçirmiştim. Uyuyamama
illetinden ise her şeyi dert edinmeye vazgeçmem ile kurtuldum. (Belki de bahar
etkisi, bilemiyorum.)
Aslında pratikte değişen bir şey yok. Hayattaki tüm gedik ve kıyısı köşesi tırtıklanmış parçalar yerli yerinde duruyor. Ben ise artık ne yaşadığım ve gördüğümle değil de ne hissettiğimle ilgilenmeye başladım. Üstelik karar bile almadan, durup dururken. İyi olacağım diye bir gayem yoktu. Yaşantımı değiştiremezdim. İstediğim bu değildi. Sadece herhangi bir sebeple ortaya çıkan ve içimi kemirmeye kalkışan kimyasalı hissettiğim anda, bir yerlerde saklanan serotonini salacaktım ortaya.
İşe yaradı. Hem de oldukça. Zaten dert dediğin nedir? Gördüm ki yeri geliyor, benim gözyaşı döktüğüm bir şeye dünyanın bir ucunda, başka bir insan evladı güle oynaya sarılabiliyor; ben de en azından bir iki göz kırpayım, tebessüm edeyim dedim. Yüzüne gülümsediğim ne varsa ışıldamaya başladı.
Yine de dert sadece sahip olduğundan ibaret olmuyor, acıya ortak olma olayı da var. Bazen sırf etrafındaki birilerinin acılarına ortak olma adına onlarla birlikte ağlıyorsun. Halbuki ağlayan bir suratın kime, ne faydası var? Herkes çözüm ister ya da en azından umutlanmak, gülmek, güldürülmek. Ya da ağlarken bir parça mendil, dinleyen bir çift kulak. (Aslında teki de yeter. Biz ki suya derdini anlatan bir milletiz.) Benim ise bırakın güldürmeyi, gülmekten utandığım zamanlar oluyor. Yaptığım yanlış belki bilemiyorum ama mutlu olabilmek, huzur bulmak adına tamamen duyarsızlaşmak hiç doğru olmasa gerek.
Uykularını kaçırmayacak kadar hüzün, insanlıktan çıkmayacak kadar mutluluk...
Bu kadar ölçülü yaşamak mümkün mü ya da insan yapısına uygun mu peki?
Aslında birer hamur parçası gibiyiz; yoğrulmaya, şekilden şekile girmeye müsait. Niyeti kötü olmayan, iyi kalpli ama bir o kadar da mutlu bir insanın dünyaya ya da insanlığa bir zararı olduğunu sanmam. Hatta karamsar, acıların evladı kalıbından sıyrılamamış ve bu şekilde faydası dokunacağını zanneden bir budala olmaktan çok çok daha iyidir diye düşünüyorum.
Çocuklar kadar saf ve temiz bir dünyaya uyanmak dileğiyle. (İmkansız olduğunu bile bile istemek...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder