5 Mart 2016 Cumartesi

İKİ KAP, BİRKAÇ SIĞIR

   Dolmuştan inip kaldırıma adım atmamla, yere kapaklanmam bir olmuştu. Yine de şükürler olsun ki, kafamdan önce ellerim, üstelik bir balgam öbeğinin tam göbeğine değil de iki santim kadar kenarına kondu. O mikrop yuvasında,  yere abanmış ne kadar bekledim bilmiyorum. Bana bir ömür gibi gelen süre zarfında bir insan evladı da gelip el uzatmadı. O an bile ne kadar da domuz olduklarını düşünmeyip, saydamlığıma lanet okudum. Oysa bundan daha ilgi çekici bir düşüş olmazdı. Üstelik insan, ömründe kaç kere birinin düşüşüne şahit oluyordur ki, hiç bir şey olmamış gibi tırıs tırıs uzaklaşıp gitsin.

   Elimdeki market poşeti kaldırımın diğer ucuna, umumi çöp kovasının dibine fırlamıştı. Avuç içlerimde oluşan çiziklerden ince, ince kan sızıyordu. Dizlerimdeki acı, utancımı bastıracak şiddetteydi. Zorlanarak doğruldum ve kaldırımın tozlu yükseltisine oturup ayaklarımı asfalta doğru uzattım. Ne arkamda gelip geçmeye devam eden insanlar, ne karşımda vızıldayan araçlar, ne de poşetten dışarıya saçılmış olan plastik kaplar... Artık hiçbir şey umurumda değildi. Başladım ağlamaya. Yıllardır içimde biriktirip büyüttüğüm tüm acıların şerefine, bir daha ağlayabilecek takatim kalmayıncaya dek, dünyanın bir yerlerinde kopan fırtınalarla yarışırcasına ağladım. Omzuma dokunan o ince parmakları hissettiğim anda ise sustu dünya. Diğer elinde kağıt mendil, uzatmış bana bakıyordu. Gözlerinde acıma, şefkat ya da benzeri herhangi bir duygu ifadesi göremedim. Yardım etmeye programlı bir robotla bakışıyordum sanki. Mendili alıp teşekkür ettim. Ciddiyetini hiç bozmadan, ufak bir baş eğme hareketi sonrası yanımdan uzaklaştı.


   Doğruldum, burnumu sildim. Yere dökülen ıvır zıvırı, market poşetini ve sümüklü mendili çöp kovasına atıp evime doğru yol aldım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder