21 Ağustos 2016 Pazar

VEDA 35 (Oktay)

 Yol boyunca hissettiğim telaş, havalimanına girince daha da arttı. Ben de sizinle geleceğim demiştim ama uçabileceğimden hala emin değildim.  Göğsümde baskı hissediyordum. Kontrol noktasından geçerken Berna’nın rahat ve de kendinden emin hareketleri hoşuma gitti. Genel olarak halinde ve tavırlarında büyük bir değişiklik vardı. Eski gergin ve de öfkeli görünümünden eser yoktu. Yaklaşık bir saattir baş başa olmamıza rağmen henüz herhangi bir şey için sinirlenmemişti.
   İçeri girdikten sonra “evet” dedim “ne yapıyoruz?” Bana döndü, durakladık. “Önce oturacak bir yer bulalım. Sonra konuşuruz. Sana anlatacaklarım var.” Dedi.
   Terminal içerisinde biraz dolaştıktan sonra pizza yemeye karar verip, kalabalıktan nispeten uzak bir masaya oturduk. Çantalarımızı masanın yanına koymuştuk. Menüyü inceleyip sipariş vermemiz her zamankinden daha kısa sürdü. Berna’nın oldukça sakin ve kararlı tavırları, alışılageldik hallerinden çok uzaktı. Arkasına yaslandı, ellerini birbirine kavuşturup masanın üzerine koydu. Onları tutmak üzere öne doğru eğildiğimde geri çekip, dizlerinin üzerine indirdi. Bozulmuştum, ancak buna hakkım olmadığının fazlasıyla farkındaydım. Gözlerime bakmaya devam ediyordu. “Sana yalan söyledim” dedi. “Buraya geliş nedenim yani kaza olayı yalandı.” “Biliyorum” dedim. “Lütfen!” dedi, “İzin ver anlatayım. Amacım geçmişi konuşmak, sorunları deşmek değil. Sadece bir şeyin farkında olmanı istiyorum. Derya olayını biliyorum.” O an göğsümdeki baskının ağırlaştığını hissettim. Karnıma kramplar giriyordu. “Bunu konuşmak için çok geç farkındayım. Bunca zaman geçtikten sonra sana herhangi bir şey için kızacak da değilim. Sadece anlamaya çalışıyorum. Neden hala devam ettiriyoruz?” Bir cevap bekleyip beklemediğini anlayamamıştım. Sadece onu ne kadar çok sevdiğimi, ondan asla vazgeçmediğimi ve vazgeçemeyeceğimi söylemek istiyordum ancak boğazım düğümlenmişti. Hiçbir şey söyleyemedim. Anlık bir duraksama sonrası devam etti. “Evliliğimiz sadece birbirimize tahammül etme çabalarından ibaret. Ben artık dayanamıyorum, dayanmayı çok istedim ama yapamıyorum. Artık yeni bir hayata başlamak istiyorum” dedi. “Seninle olamayacağı da çok açık. Bırak beni de gideyim.”
  Tüm gücümü toplayıp konuşmaya başladım. “Bu şekilde seni hiçbir yere bırakmam. Bana desen ki artık sevmiyorum. O zaman döner giderdim. Ancak böyle olmaz.” Sessizce dinliyor olması cesaretimi artırmıştı. “Bundan sonra da elimden gelen her şeyi yapacağım, söz veriyorum. Üstelik Derya, ya da bir başkası umurumda değil. Ben yalnızca seni seviyorum, seninle hayatıma devam etmek istiyorum. İzin ver bunu sana ispatlayayım.”
  “ Mümkün değil.”  Dedi. “Üzgünüm ama sana inanmam, güvenmem mümkün değil. Birbirimizi ne kadar sevdiğimizi tartışmak için çok geç kaldık. On koca yıl geçti ve artık ağzımızdan dökülen sözcüklerin bir anlamı yok. Burada karşımda diz çökebilirsin, hatta belki yalvarıp ağlayabilirsin bile. Neyi değiştirir sanıyorsun? Gecenin bir yarısı yola çıkmış, buraya kadar gelmişsin. Peki ne için… Ne umuyorsun? Ben yıllardır sırtını döndüğün,  hiçbir zaman ciddiye almadığın, dinlemediğin ve de umursamadığın karınım. On yıldır böyle bir adam tanıdım. Şimdi ne sanıyorsun? Gece yarısı yollara düştün, geldin diye değiştiğini ummamı mı bekliyorsun? Kendini kandırma. Beni zaten kandıramazsın.”
     Ne söylemem, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Elim kolum bağlanmıştı. Tek bir söz edebilecek durumda değildim. Belki de buraya hiç gelmemeliydim. Evet, evet… Tamamen hataydı, ters tepmişti. Keşke gelene kadar bekleseydim, neden telaşlandım ki sanki. İşte, gayet iyi görünüyordu. Hasta falan olamayacak kadar aklı başındaydı. Son derece de rahat görünüyordu. Kendi düştüğüm durumdan da çok, onun bu soğukkanlılığına şaşırıyordum. Bu bir kumar değildi ve gelirken hiçbir alternatif düşünmemiştim. Sadece yeniden yoğun bir depresyon atağında olduğunu düşünüyordum ancak bu hal, gerçekten de beklentimin dışındaydı. Evet bu bir kumar değildi ama ben tüm kozlarımın şimdiden tükendiğini hissediyordum. Belki de haklıydı, gerçekten de her şey için çok çok geç kalmıştık.
    Çantasından telefonunu çıkardı ve kurcalamaya başladı. Sanki aramızda, az önceki konuşma hiç geçmemiş gibiydi. Ben ise gözlerimi üzerinden alamıyordum. Onun benden bu kadar uzaklaştığını hiç ama hiç anlayamamıştım. Ve onu daha önce hiç, şu an olduğu kadar özlememiş olduğumu fark ettim.
    Sigara içmek istiyordum, içmem gerekiyordu. Ellerimin titremeye başladığını fark ettim. Göğsümdeki baskı arttıkça artıyordu. Sorguya çekilmekte olan, yaptıklarından pişman bir suçlu gibi karşısında ter döküyordum. Oldukça uzun gelen bu sessizlik garsonun siparişlerimizi getirmesiyle bozuldu. Elindeki telefonu çantasına geri koydu. Garsona gülümseyerek teşekkür etti ve iştahlı bir şekilde pizzasından lokmalar almaya başladı. Ben ise hiçbir şey yiyebilecek durumda değildim. Bir an kafasını kaldırdı ve hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek, “Yesene hadi, acıkmışsındır.” dedi. Önümdeki yiyeceğe baktım. Aklım konuştuklarımızda ve çantamda duran sigara paketindeydi. Pizzadan bir dilim aldım, ağzıma götürdüm. Zoraki bitirebildim. En iyisi hiçbir şey olmamış gibi konuşmalı diye düşündüm.

    “Bulantın nasıl oldu, daha iyi misin?” diye sordum, aklıma sadece bu gelmişti. Gülümseyerek, “geçti çoktan” diye cevap verdi.

devam edecek.. ;) 

10 yorum:

  1. Vedalar hızlandı... iyi bakalım nereye gitcek. Her yapılanın bir bedeli vardır.

    YanıtlaSil
  2. Helede sonu aynı ben :) En ağır konuların üzerine kahve içermisin diye soruveririm:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben yapamam valla, tartışma aşamasında takılır kalırım :))

      Sil
  3. This is so inspiring! I love the post:)

    irenethayer.com

    YanıtlaSil
  4. Yok öyle ne kadar çocuksu istekde olsa,biz kadınlar bazen çocuklara bile son tavrı tavizsiz devam ettirebiliriz.
    Böyle gitmelei bence...
    Harika yazmışsın yine tebrikler.

    YanıtlaSil