13 Haziran 2016 Pazartesi

VEDA 28 (Berna)

  Kalkar kalkmaz telefonuma baktım. Saat altıya geliyordu. Pencereyi açtım ve açmamla birlikte odanın içerisine dolan havayı ciğerime çektim. Gökyüzünde koyu bir mavilik vardı. Az ilerideki iğde ağacının kadife yaprakları güneşin henüz vurmakta olan ışığı ile bir kızıllanıp bir parıldıyordu. Kimse uyanmadan çıkmak istiyordum. Olabildiğince sessiz bir şekilde lavaboya gidip yüzü yüzümü yıkadım. Duş almam gerekiyordu. Köşe dolabının alt rafında duran dantelsiz tek boy havlusunu aldım ve duş kabininin hemen dışında bulunan askıya astım. Şebnem’in dünden beridir üzerimde duran bulüzünü, kendi kotumu ve çamaşırımı çıkarıp kirli sepetine fırlattım.
  Sıcak su vanasını açtım ancak su, ısınmak bilmiyordu. Soğuk sudan ne kadar az hoşlanırsam hoşlanayım bu evden çıkma isteğim daha ağır basıyordu. Buz gibi su ile hızlıca yıkandım ve havluma sarınıp, boş koridordan geçerek odama girdim. Saçımı kurutmaya niyetim yoktu. Bavulumda kalan son temiz tişörtüm ile kotumu giydim. İnce hırkamı üzerime geçirdim, sadece sırt çantamı alarak saçlarım ıslak bir şekilde dış kapıya yöneldim.
  Tam kapıyı açmak üzereydim ki Şebnem’in yarı uykulu sesi ile irkildim. “Berna’cığım! Sabaha sabah nereye gidiyorsun hayatım?”  Ne gece olanları konuşmak; ne de uzun uzadıya nereye gideceğim, ne yapacağımla ilgili gereksiz bir tartışmaya girmek istiyordum. İstanbul’da bir zamanlar oldukça samimi olduğum bir arkadaşım vardı ve ona gidiyor olduğumu söyledim. “Henüz çok erken tatlım. Üstelik Onur da kalktı az önce, hazırlanır çıkar şimdi. Biraz bekle seni de bıraksın.”  “Gerek yok canım. Zaten önce sitenin kuaförüne gidip saçlarımı yaptıracağım.” Dedim ve sarılıp veda ettim.  Sonra giysilerimi ve bavulumu içeride bıraktığımı, Ankara’ya dönmeden önce alacağımı söyledim. Beklemem konusunda ısrar etmediğine sevinmiştim. Asansörün kapısını açmadan önce son bir kez arkaya dönüp, “Üçünüzü de çok seviyorum.” diye ekledim.
  Ön duvarını oluşturan camekanın üzerinde “Saç Bakım Uzmanı Sedat” yazan küçük kuaför salonu açıktı. Salonun bahçesi siyah ferforje çitle çevrelenmişti ve çitler pembe sarmaşık güllerle bezeliydi. Bahçeye girişte hemen sağda, bodur salkım dut ağacının yanında beyaz boyalı, bambu bahçe masası ile iki adet sandalye duruyordu. Kuaför olduğunu düşündüğüm, siyah tişört ve pantolonlu genç adam kafasını kaldırdı, elindeki gazeteyi masanın üzerine bıraktı ve oturmakta olduğu bambu sandalyeden kalkarak, “hoş geldiniz” dedi.
  Sol elinin yüzük parmağında dövme ile “Ceren” yazılıydı.  Gösterdiği koltuğa oturdum. Uzun zamandır böyle dikkatle aynaya bakmamış olduğumu fark ettim. Kızıl boyası solmuş saçlarım, dibinde yarıya yakını beyaz, yarıdan fazlası da siyah saçları bırakarak uzamışlardı. Adam, koltuğumun arkasında durmuş, elleri ile saçlarımı karıştırırken, ne yapmasını istediğimi sordu. Aynadan arka duvarda asılı duran saate baktım. Biraz duraksadıktan sonra boyamasını istediğimi söyledim. Rengi önemli değildi, sadece uzun sürmemesi gerekiyordu. Kafasını bir sağa, bir sola eğerek saçlarımı süzdükten sonra çekildi ve boyayı hazırlamaya başladı.

  
Devamı için "Çarşamba günü" görüşmek üzere ;)))

6 yorum:

  1. Veda günümüz çarşamba hayırlı olsun hepimize. Sabırla bekliyorum. Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Senin sayende herkes memnun oldu ;)
      Sevgiler :))

      Sil
  2. Haftalık dergi bekler gibi, böyle de guzel oldu.

    YanıtlaSil