Olmuş olmuş. Gecenin bir yarısı olmuş. Saat 00'ı geçip de hala
uykuya dalmamış olmak kör bir kuyunun kenarında sallana sallana dolanmak gibi.
Düşmen gerektiğini bilirsin ancak yaklaşmak dahi istemezsin. Kuyunun bu tarafı
ne olup bittiğini az çok bildiğin taraftır. Diğer taraf ise karanlık. Hangi
rüyanın içerisinde kaybolacağını kestiremezsin. O rüyalardan birinde son
nefesini vermeyeceğinin garantisi yoktur.
Ah gençliğim. Ah çok çok eskilerde kalanım. Körpe ruhum. Yatağa
dertsiz tasasız girdiğim günlerim. Ne çok özlüyorum bazen aynadaki yirmili, otuzlu
yaşlarımı.
Geleceğe karşı kaygısızlığımın gözlerimde pekiştirdiği
canlılığı. Şimdi gözbebeklerim puslu,
göz küremin çevresi tomar tomar buruşuk deri katmanlarıyla çevrili.
Ne çok beklentim olmuş yaşlanmaktan. Aşık olmak geçmiş defterlerin
hanesinde kalacaktı örneğin. En son sevdiğim bugün yatağımda uyumakta olan zatı
muhterem olacaktı. Torun torba sevip, eşe dosta ziyafetler veren nur yüzlü bir
babaanne, anneanne olacaktım. Kırıp dizimi oturacaktım hanemin bir köşesinde.
Evim barkım tek olacaktı, varım yoğum ahiretliğim...
Yaş almak diye adlandırarak boyadıkları gönül gözümmüş meğer.
Gönül yaşlanmıyormuş hiç. Şu aptallığa doymayan buruşuk kafa, yaşlandıkça
ağarıyor, ağırlaşıyor da, derde tasaya dur diyemiyormuş.
Zamanında atmasına izin vermem gerekiyormuş aşk aşk diye çarpan
kalbimi, bilemedim. Huzurdan öte seçenek yok dedim, ben aklı büyük
olanlardanım, aşk da neymiş dedim. Bugün evlilik kararını aldığım yer, zaman,
boyut her anı didik didik aklımda.
Zamanı durdurmak mümkün olsaydı eğer o günden bir yıl öncesinde
durdurmak isterdim. Aşka hayır dediğim o gecenin akşamında. Kalbim yanında
telaşla çırpınıp da nefesimi kesiyorken, tüm hücrelerime ecel terleri
döktürüyorken. Korkmak da neymiş, aşktan kaçacak kadar gerçeklerden korkulur mu?
Bu gri dünyadan korkulur mu? Ne saçmalık, nasıl da büyük aptallık. Şimdi geri
dönüş mümkün olsa geçen tüm o karanlık günleri geri sarıp da yanına dönmek,
göğsünde nefes aldığım o bir saate dönmek isterdim. Bir saatçik daha kalbinin
atışlarında eriyip, son nefesimi vermek isterdim. Yaşadığım onlarca sene hep
bunu istedim.
Çoktan uyumuştur şimdi. Yaşlanmanın erkek ile kadındaki en zıt
belirtisi. Uyku ile uykusuzluk.
Erkeklere özenmek ile geçen bir ömür sonrasında yine aynı noktaya
geliyorum işte. Bugün böyle hissedeceğimi bilseydim yirmi yıl önce yine o kadar
güçlü bir yaşama arzusu duyar mıydım acaba. Hasta yatağında sadece nefes alıp
vermelerden ibaret yaşantımı, ait olduğumu sandığım adamın sesine tutunup da sürdürmeye
çabalar mıydım, bilemiyorum.
Gereksiz sorgulamalar, itici ve de karmaşık düşünceler; işte geldi
benim uyku kaçıranlarım.
-Vay vay vay! Hoş geldiniz efendim, ne alırdınız?
….
-Fazla kalmaya niyetliyseniz ben bir sigara yakacağım, siz de
ister misiniz?
…..
-Aaa, yapmayın ama! Kim demiş düşüncelerin kötü alışkanlığı yoktur
diye. Siz, benim istediğim ne varsa yapmaya mecbursunuz. Buyrun, buyrun. Hem
belki biraz duman altı olur, kaybolursunuz da uykuya giden bir açıklık kalır
kuyunun ağzında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder