Yürüyen
merdivenden çıkınca doğrudan kafenin içine giriyordunuz. İçeride sağlı sollu
yerleştirilmiş masalar vardı ve hemen hepsi boş duruyordu. Biz de çoğunluğa
uyarak dışarıda oturmaya karar verdik. Bar kısmından kahvelerimizi aldık ve
terasa geçtik. Burası oldukça dardı. Hatta teras değil de balkon demek daha
doğru olurdu sanırım. İki sıra halinde yerleştirilmiş masaların arasından
ilerleyebilmek için sürekli manevra yapmanız gerekiyordu, ayrıca hiç boş masa göremiyorduk.
Hatta elinde içeceği ile ayakta dikilen insanlar vardı. Biz de bulduğumuz
sandalyelerden ikisini alıp, terasın tekboş kalabilmiş yerine çektik ve
karşılıklı oturduk.
Elindeki
fincandan bir iki yudum alıyor, en az bir paragraflık konuşuyor, kızıl
sakallarının seyrek seyrek kendini gösterdiği yerleri kaşıyor, sonra bir yudum
daha alıyor, döngü böyle ilerleyip duruyordu. Bir an, çok da gürültü
çıkarmayarak inmekte olan bir uçak karşımızda duran binanın arkasında kayboldu.
Ses yüzünden irkilmişti.
-Uçuş
öncesi dinlenmek için pek de uygun bir yer değil galiba.Dedim.
-Öyleymiş.
Bir zamanlar uçmaktan korktuğumu sanırdım ama asıl korktuğum şey belki de uçağın
motor sesidir.
-Çocuk
gibi yani…
-Çocukken
daha fenaydı. Yayla gibi yüksekçe bir yerde yaşardık. Üzerimizden ara sıra askeri
jetler geçerdi. Ve onların her geçişinde okulun bahçesinde üç beş çocuk yere
kapanıp ağlamaya başlardı. Onlardan biri de bendim.
-Ben
de o ağlayanlara gülenlerdendim. Dedim duyulması mucize bir tonda.
-Nasıl
yani siz de mi orada yaşadınız?
-Hayır
canım! Genel. Yani anlattığınız şey sadece oraya mahsus değil. Hepimizin
çocukluğu benzer şekilde geçmiştir.
-
Ya ne bileyim? Bir an için olabilir mi diye…
Yine
sıkılmaya başlamıştım. Bir insan gerçekten bu kadar bön olabilir miydi? Üstelik
ne kadar kendinden emin ve de mutlu görünüyordu. Zaten mutlu olmak istiyorsan ya kötülükleri
göremeyecek kadar farkındalığı az bir insan olacaksın; ya da iyi olsun kötü
olsun, dünyaya ait hiç ama hiçbir şeyi umursamayacak kadar zihnini soyutlamış
olacaksın. İki tarafta da olamayacağım çok belliydi. Ben de çantamdan bir
sigara çıkardım. Umut’un sigara paketinin üzerinde duran metal çakmağı çok da
acemi olmayan bir tavırla ateşledim. Uzun zamandır içmediğimden, hafif gözüm
karardı. Bu duyguyu seviyordum.
Oktay hiçbir
zaman böyle hissedemeyecekti. Kaç kere azaltmasını söylemiştim ama yapamıyordu
işte, her konuda olduğu gibi bunda da iradesizdi.
-Sigara
içtiğinizi bilseydim ikram ederdim, kusura bakmayın.
-Niye
kusur olsun canım, bana ikramda bulunmak zorunda mısınız?
-Yani,
ne bileyim?
Bozulduğunu hissettim. İçimde hafiften bir acıma
duygusu belirdi.
-Bakın
size söylemiştim. Ben konuşmayı pek sevmem çünkü konuştuğumda genelde kırıcı
oluyorum. Hele ki şu an, inanın kimsenin yaklaşmak istemeyeceği bir ruh
halindeyim. Kusura bakmayın ne olur!
-Ya
yok, neden kırılayım? Böyle basit şeylere takılmam ben, rahat olun. Hatta
konuşmaktan sıkılmış da olabilirsiniz. Çaylarımız bitince kalkarız. Deyip göz
kırpıyor.
“Kaprissizlik” erkeklere özgü varsayılan ve de en
çok sevdiğim özellikti. İkinci sırada ise “cesaret” geliyordu ki o, günümüzün
ne erkeklerinde ne de kadınlarında vardı ne yazık ki. Erkekler gereğinden fazla
korkak, kadınlar ise yersiz gururluydu. “Gururdan beslenen korkusuzluk”
cesaretin en zayıf, en acınası haliydi. Halbuki korkusuzluk, mantıktan ileri
gelmeli; temelleri gerçekçi ve de sağlam olmalıydı.
Yalnızlığı
göze almanın sebebi, incir çekirdeğini doldurmayacak kadar basit sorunlardan
kaçış olunca, yalnızlıktan korkmuyor olmuyordun. Ve bu seni cesur yapmıyordu.
Aksine aptalın teki oluyordun. Hem de yalnız ve de mutsuz bir aptal.
İşte ben o
aptal egomun yolunda ilerliyordum bugün. Asıl acı olan şey ise kaldığımda
mutsuzdum, şimdi gidiyorum ve yine mutsuzum. Peki,bu durumda gittiğinde mi yoksa
kaldığında mı cesur oluyordun? Galiba bunu zaman gösterecekti.
-İzninizle,
ben gideyim. Size iyi yolculuklar. Bu arada tanıştığımıza da memnun oldum.
-Size
de iyi yolculuklar. Güle güle.
Altı üstü
aynı masada on, onbeş dakika oturmuştuk. Tanışmış mı olduk yani? İnsanların
ilişkileri adlandırma ihtiyacı çok gereksiz geliyordu. Şu andan itibaren onun
tanıdığıydım. Oysa ben, onu kısa bir süre sonra tamamen unutacaktım. Önce üç
beş cümlelik diyalogumuzu silecektim hafızamdan. Sonra adı ile yüz hatlarını.
Son olarak da ellerinin kaba ve kemikli yapısı ile birlikte varlığını tamamen
unutup gidecektim. O da farklı bir sıralama ile, ama yine de muhtemelen bir
süre sonra hatırlamayacaktı.
devamı gelecek....
Edebiyatın tadı :)
YanıtlaSilTeşekkürler ;)
SilKadın kahraman da zor bir insanmış..
YanıtlaSilBelki yaşadıkları yüzünden böyle olmuştur. Hayatı çok da kolay geçmedi ;)
SilSağlam kız ben sevdim.
YanıtlaSil