21 Nisan 2016 Perşembe

VEDA-5

 Yürüyen merdivenden çıkınca doğrudan kafenin içine giriyordunuz. İçeride sağlı sollu yerleştirilmiş masalar vardı ve hemen hepsi boş duruyordu. Biz de çoğunluğa uyarak dışarıda oturmaya karar verdik. Bar kısmından kahvelerimizi aldık ve terasa geçtik. Burası oldukça dardı. Hatta teras değil de balkon demek daha doğru olurdu sanırım. İki sıra halinde yerleştirilmiş masaların arasından ilerleyebilmek için sürekli manevra yapmanız gerekiyordu, ayrıca hiç boş masa göremiyorduk. Hatta elinde içeceği ile ayakta dikilen insanlar vardı. Biz de bulduğumuz sandalyelerden ikisini alıp, terasın tekboş kalabilmiş yerine çektik ve karşılıklı oturduk. 
 Elindeki fincandan bir iki yudum alıyor, en az bir paragraflık konuşuyor, kızıl sakallarının seyrek seyrek kendini gösterdiği yerleri kaşıyor, sonra bir yudum daha alıyor, döngü böyle ilerleyip duruyordu. Bir an, çok da gürültü çıkarmayarak inmekte olan bir uçak karşımızda duran binanın arkasında kayboldu. Ses yüzünden irkilmişti.
-Uçuş öncesi dinlenmek için pek de uygun bir yer değil galiba.Dedim.
-Öyleymiş. Bir zamanlar uçmaktan korktuğumu sanırdım ama asıl korktuğum şey belki de uçağın motor sesidir.
-Çocuk gibi yani…
-Çocukken daha fenaydı. Yayla gibi yüksekçe bir yerde yaşardık. Üzerimizden ara sıra askeri jetler geçerdi. Ve onların her geçişinde okulun bahçesinde üç beş çocuk yere kapanıp ağlamaya başlardı. Onlardan biri de bendim.
-Ben de o ağlayanlara gülenlerdendim. Dedim duyulması mucize bir tonda.
-Nasıl yani siz de mi orada yaşadınız?
-Hayır canım! Genel. Yani anlattığınız şey sadece oraya mahsus değil. Hepimizin çocukluğu benzer şekilde geçmiştir.
- Ya ne bileyim? Bir an için olabilir mi diye…
 Yine sıkılmaya başlamıştım. Bir insan gerçekten bu kadar bön olabilir miydi? Üstelik ne kadar kendinden emin ve de mutlu görünüyordu.  Zaten mutlu olmak istiyorsan ya kötülükleri göremeyecek kadar farkındalığı az bir insan olacaksın; ya da iyi olsun kötü olsun, dünyaya ait hiç ama hiçbir şeyi umursamayacak kadar zihnini soyutlamış olacaksın. İki tarafta da olamayacağım çok belliydi. Ben de çantamdan bir sigara çıkardım. Umut’un sigara paketinin üzerinde duran metal çakmağı çok da acemi olmayan bir tavırla ateşledim. Uzun zamandır içmediğimden, hafif gözüm karardı. Bu duyguyu seviyordum.
 Oktay hiçbir zaman böyle hissedemeyecekti. Kaç kere azaltmasını söylemiştim ama yapamıyordu işte, her konuda olduğu gibi bunda da iradesizdi.
-Sigara içtiğinizi bilseydim ikram ederdim, kusura bakmayın.
-Niye kusur olsun canım, bana ikramda bulunmak zorunda mısınız?
-Yani, ne bileyim?
Bozulduğunu hissettim. İçimde hafiften bir acıma duygusu belirdi.
-Bakın size söylemiştim. Ben konuşmayı pek sevmem çünkü konuştuğumda genelde kırıcı oluyorum. Hele ki şu an, inanın kimsenin yaklaşmak istemeyeceği bir ruh halindeyim. Kusura bakmayın ne olur!
-Ya yok, neden kırılayım? Böyle basit şeylere takılmam ben, rahat olun. Hatta konuşmaktan sıkılmış da olabilirsiniz. Çaylarımız bitince kalkarız. Deyip göz kırpıyor.
“Kaprissizlik” erkeklere özgü varsayılan ve de en çok sevdiğim özellikti. İkinci sırada ise “cesaret” geliyordu ki o, günümüzün ne erkeklerinde ne de kadınlarında vardı ne yazık ki. Erkekler gereğinden fazla korkak, kadınlar ise yersiz gururluydu. “Gururdan beslenen korkusuzluk” cesaretin en zayıf, en acınası haliydi. Halbuki korkusuzluk, mantıktan ileri gelmeli; temelleri gerçekçi ve de sağlam olmalıydı.
 Yalnızlığı göze almanın sebebi, incir çekirdeğini doldurmayacak kadar basit sorunlardan kaçış olunca, yalnızlıktan korkmuyor olmuyordun. Ve bu seni cesur yapmıyordu. Aksine aptalın teki oluyordun. Hem de yalnız ve de mutsuz bir aptal.
 İşte ben o aptal egomun yolunda ilerliyordum bugün. Asıl acı olan şey ise kaldığımda mutsuzdum, şimdi gidiyorum ve yine mutsuzum. Peki,bu durumda gittiğinde mi yoksa kaldığında mı cesur oluyordun? Galiba bunu zaman gösterecekti.
-İzninizle, ben gideyim. Size iyi yolculuklar. Bu arada tanıştığımıza da memnun oldum.
-Size de iyi yolculuklar. Güle güle.

 Altı üstü aynı masada on, onbeş dakika oturmuştuk. Tanışmış mı olduk yani? İnsanların ilişkileri adlandırma ihtiyacı çok gereksiz geliyordu. Şu andan itibaren onun tanıdığıydım. Oysa ben, onu kısa bir süre sonra tamamen unutacaktım. Önce üç beş cümlelik diyalogumuzu silecektim hafızamdan. Sonra adı ile yüz hatlarını. Son olarak da ellerinin kaba ve kemikli yapısı ile birlikte varlığını tamamen unutup gidecektim. O da farklı bir sıralama ile, ama yine de muhtemelen bir süre sonra hatırlamayacaktı.

devamı gelecek....

5 yorum: