İnsanın,
kendi türünden ne denli korktuğunu gösteren yere gelmiştim. Kalabalığı
gökyüzüne çıkarmadan önce, içimizden birisi terörist ya da manyak falan
olabilir mi diye sıraya soktukları; aramızdaki, kokan çürükleri ayıklamaya
çalıştıkları yere.
Neyse ki aklımızdan
geçenleri gösterebilen bir cihaz henüz geliştirilememişti. En manyakça şeyleri
bile fark ettirmeden düşünebiliyordun. Ancak
fazlasıyla dikkatli olmak gerekiyordu. Neticede beyin vahşi bir at gibiydi. Dizginlerini
sıkı tutabiliyorsan seni doğru olduğuna inandığın yere götürüyordu. Ama
koyverirsen,“deli”olup çıkıyordun.
“Uçuş
kartınız, ve kimliğiniz hazır olsun lütfen.”
Kimlik
kartımı her çıkarışımda, beraber geçen altı yıla rağmen hala alışamadığım,
sonradan olma soyadım, bir diken gibi gururuma batıyor. Babacığımın soyadını
sildirmeyecektim. Ne büyük hata! Böyle anlarda, onu kaybedişim ile hissettiğim
kimsesizlik duygusu yeniden canlanıyordu. O tek kelime, ardımda hissettiğim kuvvetli
bir el olabilirdi. Kararsız adımlarımda hadi kızım diye destekleyen ya da
omzumu sıkıca kavrayıp beni durduran. Olur muydu gerçekten yoksa bu da duygusal
bir seraptan, hezeyandan mı ibaretti?
Nikah için gereken evrakları almaya gittiğimiz
gün gözümde canlandı. Kurtuluş parkında el ele tutuşmuş koca ağaçların arasında,
sonbaharın renkten renge soktuğu yapraklarının altında yürüyorduk.
Öğrenciliğimde arkadaşlarla sık sık gittiğimiz o parkı öyle çok severdim ki
nikah salonunun o parkın içerisinde oluşunu bir şans, bu evliliğin hayırlı
olduğuna dair bir işaret olarak görmüştüm. Ne büyük cahillik!
Parkın
ortasında bulunan havuzun yanına geldiğimizde birden durdu ve yanı başımızda
duran banka oturmamı istedi. Ayaklarımın önüne diz çöktü. Elini elimden
ayırmamıştı. Diğer elini de uzattı. Sol elim iki avucunun arasında kalmıştı.
Arkamda kalan güneş gözlerinin içine doluyordu. İki yeşil bilyenin harelerine
dalıp gitmiştim. Bir bakış ancak bu denli etkileyici olabilirdi. Hipnotize
olmuş gibiydim.
“Bugün, yeryüzündeki en mutlu adam benim.
Hayatımın sonuna kadar bu gözlerin bana aşkla bakması için elimden ne geliyorsa
yapacağım, yemin ederim.”
Nutkum
tutulmuştu. Hiçbir şey söyleyebilecek durumda değildim. Sanki beynim tamamen
boşalmış da yerinde deli gibi atmakta olan kalbimin sesi yankılanıyordu.
“Ben de.” diyebilmiştim sadece, zar zor
çıkabilmiş zayıf bir sesle.
“Biz
artık bir yuva kurcağız ve bütün olacağız sevgilim. İki farklı soyadımız olsun
istemiyorum. Hayır desen de kırılmam. Senden gelecek her şeye razıyım. Sadece
bunu ne kadar çok istediğimi bil!”
Bu konuda
daha önce konuşmuştuk aslında. Cevabım net bir şekilde “hayır” olmuştu.
Tekrar sormuş olmasına kızmam gerekirdi belki ama bir türlü, bir şey
söyleyemiyordum. Büyülenmiştim sanki. Uzunca bir süre, hiçbir şey düşünmeksizin
orada öylece durduktan sonra;
“Tamam”
demiştim,
“kabul”.
Hayatımda
yaptığım ilk hata değildi. Ama yıllar içinde, en azından simgesel olarak, en
büyük hatam olduğunu düşünmem için yeterli gerekçelerim oldu.
Devamı gelecek.... ;)
Oktay çok romantik diyecektim meğer talebi varmış sinsinin.
YanıtlaSilEvet ne yazık ilişkilerdeki tavizler devamını getiriyor.
YanıtlaSilBu bölümde 'Uygar görünen insanların,topluluk halinde ne kadar ilkelce davranabildiklerini görüyoruz.'Çok beğendiğim cümlelerden biri söylemeden geçemedim.Tebrikler.
YanıtlaSil