28 Nisan 2016 Perşembe

VEDA-8

  İnsanın, kendi türünden ne denli korktuğunu gösteren yere gelmiştim. Kalabalığı gökyüzüne çıkarmadan önce, içimizden birisi terörist ya da manyak falan olabilir mi diye sıraya soktukları; aramızdaki, kokan çürükleri ayıklamaya çalıştıkları yere.
  Neyse ki aklımızdan geçenleri gösterebilen bir cihaz henüz geliştirilememişti. En manyakça şeyleri bile fark ettirmeden düşünebiliyordun.  Ancak fazlasıyla dikkatli olmak gerekiyordu. Neticede beyin vahşi bir at gibiydi. Dizginlerini sıkı tutabiliyorsan seni doğru olduğuna inandığın yere götürüyordu. Ama koyverirsen,“deli”olup çıkıyordun.
  “Uçuş kartınız, ve kimliğiniz hazır olsun lütfen.”
  Kimlik kartımı her çıkarışımda, beraber geçen altı yıla rağmen hala alışamadığım, sonradan olma soyadım, bir diken gibi gururuma batıyor. Babacığımın soyadını sildirmeyecektim. Ne büyük hata! Böyle anlarda, onu kaybedişim ile hissettiğim kimsesizlik duygusu yeniden canlanıyordu. O tek kelime, ardımda hissettiğim kuvvetli bir el olabilirdi. Kararsız adımlarımda hadi kızım diye destekleyen ya da omzumu sıkıca kavrayıp beni durduran. Olur muydu gerçekten yoksa bu da duygusal bir seraptan, hezeyandan mı ibaretti?
  Nikah için gereken evrakları almaya gittiğimiz gün gözümde canlandı. Kurtuluş parkında el ele tutuşmuş koca ağaçların arasında, sonbaharın renkten renge soktuğu yapraklarının altında yürüyorduk. Öğrenciliğimde arkadaşlarla sık sık gittiğimiz o parkı öyle çok severdim ki nikah salonunun o parkın içerisinde oluşunu bir şans, bu evliliğin hayırlı olduğuna dair bir işaret olarak görmüştüm. Ne büyük cahillik!
  Parkın ortasında bulunan havuzun yanına geldiğimizde birden durdu ve yanı başımızda duran banka oturmamı istedi. Ayaklarımın önüne diz çöktü. Elini elimden ayırmamıştı. Diğer elini de uzattı. Sol elim iki avucunun arasında kalmıştı. Arkamda kalan güneş gözlerinin içine doluyordu. İki yeşil bilyenin harelerine dalıp gitmiştim. Bir bakış ancak bu denli etkileyici olabilirdi. Hipnotize olmuş gibiydim.
 “Bugün, yeryüzündeki en mutlu adam benim. Hayatımın sonuna kadar bu gözlerin bana aşkla bakması için elimden ne geliyorsa yapacağım, yemin ederim.”
  Nutkum tutulmuştu. Hiçbir şey söyleyebilecek durumda değildim. Sanki beynim tamamen boşalmış da yerinde deli gibi atmakta olan kalbimin sesi yankılanıyordu.
  “Ben de.” diyebilmiştim sadece, zar zor çıkabilmiş zayıf bir sesle.
“Biz artık bir yuva kurcağız ve bütün olacağız sevgilim. İki farklı soyadımız olsun istemiyorum. Hayır desen de kırılmam. Senden gelecek her şeye razıyım. Sadece bunu ne kadar çok istediğimi bil!”
 Bu konuda daha önce konuşmuştuk aslında. Cevabım net bir şekilde “hayır” olmuştu. Tekrar sormuş olmasına kızmam gerekirdi belki ama bir türlü, bir şey söyleyemiyordum. Büyülenmiştim sanki. Uzunca bir süre, hiçbir şey düşünmeksizin orada öylece durduktan sonra;
“Tamam” demiştim, “kabul”.
  Hayatımda yaptığım ilk hata değildi. Ama yıllar içinde, en azından simgesel olarak, en büyük hatam olduğunu düşünmem için yeterli gerekçelerim oldu.
Devamı gelecek.... ;)

3 yorum:

  1. Oktay çok romantik diyecektim meğer talebi varmış sinsinin.

    YanıtlaSil
  2. Evet ne yazık ilişkilerdeki tavizler devamını getiriyor.

    YanıtlaSil
  3. Bu bölümde 'Uygar görünen insanların,topluluk halinde ne kadar ilkelce davranabildiklerini görüyoruz.'Çok beğendiğim cümlelerden biri söylemeden geçemedim.Tebrikler.

    YanıtlaSil