Havaalanında beklemeyi sevmiyordum.Etrafta, oradan
oraya kayıp duran bavullar, yanıp sönen ışıklı yazılar, öbek öbek insanlar olurdu.
Karınca yuvası gibi; bitmek bilmeyen bir devinim. Bu nedenle de ancak son
dakikasında yetişebildiğim birçok uçuşum olmuştu. Ta ki bir tanesini kaçırana dek. Artık en az
iki saat erken gelipbavulumu veriyor, sonra da boş boş bekliyordum. Ayarım
yoktu benim. Bugün de oldukça erken gelmiştim ve sıradan bir iş günü olmasına
rağmen içerisi insan kaynıyordu. Bir süre sonra sıkıntıdan gerçekten
ölebileceğimi hissetmeye başlamıştım. Kitap okumayı denedim, yapamadım. Müzik
dinleyeyim diye çantamı karıştırdım ancak kulaklığımı bulamadığımdan onu da
yapamadım. Bir süre terminaldeki mağazaları dolaştım. Kitapevindeki kitapları
ve dergileri karıştırdım, sonra yine bekleme alanındaki koltuklardan birine
oturdum ve etrafı seyretmeye başladım. Sankitüm
kalabalık,der top olup üzerime çullanacakmış gibi hissediyordum.
Oktay haklıydı
belki de. Böylesi basit şeylerden bile bu kadar rahatsız olan bir kişi nasıl normal
olduğunu iddia edebilirdi, ne hakla. Aramızda bir normal varsa o, ben değildim.
Oktay ise hiç değildi. Aramızda normal biri yoktu. İki çıplak bir hamama
yakışırdı belki ama iki dengesiz bir eve sığamıyordu işte. Gerçi bir kişi her
an, her şeyden memnun olmak zorunda değildi ki. Hepimizi rahatsız eden durumlar
olmuyor muydu sanki? Tek ben miydim kalabalıktan ya da insan yapımı şeylerle bu
kadar kuşatılmış olmaktan hoşnutsuz olan. Sevmiyordum işte, ne yapayım?Bu kadar
canlı ışıklandırmayı sevmiyordum mesela.
Teknolojik uğultuyu, insan gürültüsünü... Teknoloji olacaktı, gerekliydi
tabi ama ben yanında biraz da ilkellik, doğallık arıyordum.
-Hanımefendi, pardon!
-Efendim?
-Sakın
korkmayın, omzunuzda ufak bir örümcek var. Hemen alıyorum. Endişelenmeyin,
kıpırdamayın…
-…
-Neden
gülüyorsunuz?
-Hiç!
Önemli bir şey değil. Keşke diyordum, keşke başka bir şey isteseydim.
-Anlamadım.
-Anlaşılır
bir yanı yok zaten beyefendi, ben de anlamam genelde. Hatta kim olsa anlamazdı,
üzerinize alınmayın.
-Her
neyse, Umut ben.
-Efendim?
-Adım
diyorum; Umut.
-Memnun
oldum Umut Bey, ben de Berna.
Elleri kaba
ve de kemikliydi. Oktay’ın yumuşacık ellerinin aksine.Neden kıyaslama yapıyordum
şimdi, ne saçma! Hoş şu ara gündem Oktay’dı. Sağım, solum, önüm, ardım,
gelmişim, geçmişim hep Oktay’dı.Geleceğim de o olsun istemiyordum. Bana
fazlasıyla zarar veriyordu.
-Şu
yukarıda teraslı bir kafe var. Ben hava almak için çıkacağım. Siz de gelmek
ister misiniz?
-Efendim.
-Bir
kahve ısmarlayayım diyordum.
-Teşekkür
ederim ama… yüzüğümü gösteriyorum, kahkaha atıyor.
-Yanlış
anlamayın lütfen, tamamen dostane. Hem eşiniz de gelebilir.
-Yok,
hayır, kendisi burada değil…
-Sıkılmış
gibi görünüyorsunuz,ben de yalnız oturmayı hiç sevmem. Uçuşa daha çok var.
Sizin de vaktiniz varsa buyurun lütfen. İnanın kötü bir niyetim yok. Örümcek
hikayesi de gerçek, bakın.
Parmaklarının arasındaki çoktan ölmüş olan zavallı
örümceği burnuma doğru uzatması rahatsız edici olsa da teklifini kabul
etmiştim. Haklıydı, çok sıkılmıştım. Biraz havam değişebilirdi.
-İyi,
peki. Ama ben kötü bir konuşmacıyımdır. Daha çok dinlemeyi severim. O da dalıp gitmezsem….
ki bu çok sık olur. Yani uygun bir sohbet arkadaşı değilim, bilginiz olsun.
-Hiç
fark etmez, köpeğimle tam üç saat muhabbet etmişliğim var benim.
-Sizin
değil de onun ne anlattığını çok merak ettim.
devamı sonra… ;)
Umut girdi bir de. Hayirlisi...
YanıtlaSil;)
Sil;)
SilVe Umut !
YanıtlaSil