19 Nisan 2016 Salı

VEDA-3

Havaalanında beklemeyi sevmiyordum.Etrafta, oradan oraya kayıp duran bavullar, yanıp sönen ışıklı yazılar, öbek öbek insanlar olurdu. Karınca yuvası gibi; bitmek bilmeyen bir devinim. Bu nedenle de ancak son dakikasında yetişebildiğim birçok uçuşum olmuştu.  Ta ki bir tanesini kaçırana dek. Artık en az iki saat erken gelipbavulumu veriyor, sonra da boş boş bekliyordum. Ayarım yoktu benim. Bugün de oldukça erken gelmiştim ve sıradan bir iş günü olmasına rağmen içerisi insan kaynıyordu. Bir süre sonra sıkıntıdan gerçekten ölebileceğimi hissetmeye başlamıştım. Kitap okumayı denedim, yapamadım. Müzik dinleyeyim diye çantamı karıştırdım ancak kulaklığımı bulamadığımdan onu da yapamadım. Bir süre terminaldeki mağazaları dolaştım. Kitapevindeki kitapları ve dergileri karıştırdım, sonra yine bekleme alanındaki koltuklardan birine oturdum ve etrafı seyretmeye başladım.  Sankitüm kalabalık,der top olup üzerime çullanacakmış gibi hissediyordum.
  Oktay haklıydı belki de. Böylesi basit şeylerden bile bu kadar rahatsız olan bir kişi nasıl normal olduğunu iddia edebilirdi, ne hakla. Aramızda bir normal varsa o, ben değildim. Oktay ise hiç değildi. Aramızda normal biri yoktu. İki çıplak bir hamama yakışırdı belki ama iki dengesiz bir eve sığamıyordu işte. Gerçi bir kişi her an, her şeyden memnun olmak zorunda değildi ki. Hepimizi rahatsız eden durumlar olmuyor muydu sanki? Tek ben miydim kalabalıktan ya da insan yapımı şeylerle bu kadar kuşatılmış olmaktan hoşnutsuz olan. Sevmiyordum işte, ne yapayım?Bu kadar canlı ışıklandırmayı sevmiyordum mesela.  Teknolojik uğultuyu, insan gürültüsünü... Teknoloji olacaktı, gerekliydi tabi ama ben yanında biraz da ilkellik, doğallık arıyordum.
 -Hanımefendi, pardon!
-Efendim?
-Sakın korkmayın, omzunuzda ufak bir örümcek var. Hemen alıyorum. Endişelenmeyin, kıpırdamayın…
-…
-Neden gülüyorsunuz?
-Hiç! Önemli bir şey değil. Keşke diyordum, keşke başka bir şey isteseydim.
-Anlamadım.
-Anlaşılır bir yanı yok zaten beyefendi, ben de anlamam genelde. Hatta kim olsa anlamazdı, üzerinize alınmayın.
-Her neyse, Umut ben.
-Efendim?
-Adım diyorum; Umut.
-Memnun oldum Umut Bey, ben de Berna.
  Elleri kaba ve de kemikliydi. Oktay’ın yumuşacık ellerinin aksine.Neden kıyaslama yapıyordum şimdi, ne saçma! Hoş şu ara gündem Oktay’dı. Sağım, solum, önüm, ardım, gelmişim, geçmişim hep Oktay’dı.Geleceğim de o olsun istemiyordum. Bana fazlasıyla zarar veriyordu.
-Şu yukarıda teraslı bir kafe var. Ben hava almak için çıkacağım. Siz de gelmek ister misiniz?
-Efendim.
-Bir kahve ısmarlayayım diyordum.
-Teşekkür ederim ama… yüzüğümü gösteriyorum, kahkaha atıyor.
-Yanlış anlamayın lütfen, tamamen dostane. Hem eşiniz de gelebilir.
-Yok, hayır, kendisi burada değil…
-Sıkılmış gibi görünüyorsunuz,ben de yalnız oturmayı hiç sevmem. Uçuşa daha çok var. Sizin de vaktiniz varsa buyurun lütfen. İnanın kötü bir niyetim yok. Örümcek hikayesi de gerçek, bakın.
Parmaklarının arasındaki çoktan ölmüş olan zavallı örümceği burnuma doğru uzatması rahatsız edici olsa da teklifini kabul etmiştim. Haklıydı, çok sıkılmıştım. Biraz havam değişebilirdi.
-İyi, peki. Ama ben kötü bir konuşmacıyımdır. Daha çok dinlemeyi severim. O da dalıp gitmezsem…. ki bu çok sık olur. Yani uygun bir sohbet arkadaşı değilim, bilginiz olsun.
-Hiç fark etmez, köpeğimle tam üç saat muhabbet etmişliğim var benim.

-Sizin değil de onun ne anlattığını çok merak ettim. 

devamı sonra… ;)

4 yorum: