Çok geç
kaldım, çok! Hayata, sana ve senden kalanlara. Zihnimdeki ve gözümün
gördüğü senlerin hepsini toplayıp da hayalimi yaşamaya çok ama çok geç
kaldım. Şimdi bir karmaşanın içerisindeyim. Nefes alıyormuş gibi
yapıyorum. Aldığım her nefesin yüreğimdeki ateşi güçlendirdiğini saklamak boş
bir çaba. Ve ben artık o çabanın kimsesiz kölesiyim, kaçacak yer bulamıyorum.
Gerçekte olduğum şey değilim artık. Doğaüstü bir hal benim halim, kimyada
yeri yok. Yapacak bir şey olmadığı gibi, bir şey yapmaya değmeyecek kadar geç
artık.
Kapana kısılmış gibi hissediyorum. Etrafım
duvarlarla çevrili sanki. Her türlü maddi olanağım var ama kendimde adım atacak
gücü bulamıyorum. Yaşantısının ardına saklanan bir korkağım ben. İşte o korkağı
öldürmek günü bugün. Bugününü de, geçmişini de satıp savmak; gerekirse tüm
örtülerini kaldırıp atmak günü. Yüzünü avuçlarımın arasına alıp, gözlerinin
içine bakıp;
“Bana bak aptal. Yeter artık, kendine gel.
Acıysa acını yaşa, ağla, zırla, gerekirse çıldır ama artık kendine gel. Korkma
artık, senin canını bu dünyada daha fazla ne yakabilir. Bırak bu göstermelik
hayatı. Başka bir karakterin dublörü olmayı bırak artık. Kır bütün
zincirlerini, bugün ve geçmişle olan tüm bağlarını kopar. Seni şimdide tutan
neyin var, neyin yoksa sat ve git buralardan. Sonunun hastanede gördüğün o
zavallı ihtiyar gibi olmasını istemiyorsan kaç git.” deme günü.
Yastığa
başımı koyduğumda aklımdan geçenler bunlardı. Öyle heyecanlanmıştım ki. Dilimde
yıllardır duyumsamadığım bir tat belirmişti. İçimde saf bir huzur ve rahatlama
hissi ile hemencecik uykuya daldım.
Rüyamda
beyaz badanalı, sırt sırta vermiş evlerle bezeli yüksekçe bir tepenin üzerindeydim.
Tepenin eteklerinde masmavi bir deniz sonsuzluğa uzanıyordu. Gün doğumunun en
güzel tonları gökyüzünü kızıllara boğmuştu ve tatlı bir esinti yüzümü okşuyordu.
Kollarımı iki yana doğru açıp başımı göğe kaldırdım. İçime, karşı koyamadığım
bir hafiflik doldu. Ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Korku, endişe,
beni mutsuz eden tüm duyguları yer küreye saplayıp göğe yükseliyordum.
Uyandığımda
yatağın diğer yanı boştu. Hayatımdaki yerini bir türlü tanımlayamadığım adam
çoktan uyanmıştı. Banyodan suyun sesi geliyordu. Gördüğüm rüyanın ve gece
aldığım kararların da etkisini yüzümden anlamak mümkündü. İçimdeki ateş sönmüş,
dudaklarıma ince bir tebessüm yerleşmişti. Nefes alıp vermek artık acı vermiyordu.
Bu muydu yani dedim, bu kadar kolay mıydı? Bilseydim… daha önceden…
Aslında
hala değişen bir şey yoktu. Yani henüz. Bir kez daha geçmesini bekleyemezdim.
Olmaz, yapamam diye düşündüm. Hemen İstanbul’a tek yönlü bilet alacaktım. Uçuş 18:15’
teydi. Hazırlanmak için yeterince zamanım var diye düşündüm. Ama önce hastaneye
uğramam ve izin yazdırmam gerekiyordu.
Küçük boy bavulu,
dolabın üzerinden indirip yere koydum. Dolaptan iki kot pantolon, üç beş
tişört, birkaç atlet ile çamaşır, ince bir de hırka alıp yerleştirdim.
Banyo faslı
bitmiş olacak, suyun sesi kesildi. Kalp atışlarımın hızlandığını hissediyordum.
Kapı açıldı. Havlunun altındaki bir çift bacak bavulun yanına kadar gelip, durdu.
Bir taraftan da havlunun bir ucuyla kulağını kurulamaya çalışıyordu.
“Hayırdır
hayatım, bu bavul da neyin nesi?”
Soru
sormasını beklemiyordum aslında. Epeydir konuşmuyorduk. Bu nedenle de ne
söyleyeceğimi planlamamıştım. Belli belirsiz bir sessizliğin ardından yüzüne
bakmaksızın; “İstanbul’a gidiyorum. Gece Şebnem’den telefon geldi, Onur kaza
geçirmiş, hastanedeymiş. Ciddi bir şey yokmuş ama bir süre hastanede kalması
gerekiyormuş. Benden ufaklıkla ilgilenmemi rica etti.” Deyiverdim.
Sözcükler ağzımdan öyle seri ve de öyle net çıkmıştı ki neredeyse ben bile doğru
olduğuna inanacaktım.
“Şebnem’in
derdi bitmez zaten. Nedense her seferinde seni arıyor. Sanki bizim işimiz
gücümüz yok.” İşte, beni bıktıran ve artık maruz kalmak istemediğim meşhur Oktay tavrı
tam olarak buydu.
“Ne
olur başlama yine. Çekemem valla giderayak.” Dedim. Tartışmanın uzamamasını
umuyordum.
“Aman
neyse ney! Ne zaman dönersin?”
“Bir
gideyim de.”
“İyi,
git.”
“Neyse
ben duşa giriyorum. Görüşemezsek eğer hoşça kal.” Dedim. Sonrası
sessizlik.
Devamı gelecek..
Veda"ya baştan başladım. Sermin de cogu çalışan otuz yaşlarındaki kadınlar gibiymis. Maddi imkanlara rağmen kapana kısılmış, eksik kalan birşeyleri var. Bakalim zincilerini kirabilecek mi? Merak ettim. Neyse ki devamı var.
YanıtlaSilOoo neler neler :) sen daha başındaymışsın, sevgiler 😉
SilBaştan başlamak iyi oldu,arad gelip okuyacağım.
YanıtlaSilVeda'ya ne zamandır başlamak istiyordum, yeni fırsat buldum. Zaman buldukça okuyacağım ve yetişeceğim İnşallah. :)
YanıtlaSil