24 Nisan 2016 Pazar

VEDA-7

Hayat başlı başına bir oyunken, insanların, renklendirmek adına içine küçük oyuncuklar sokuşturmasını anlayamıyordum. Konuşmaya ne çok ihtiyacı varmış meğer. Neyse en azından mutlu görünüyor diye düşündüm, bozmamak gerek. Ne kadar ilgili görünürsem görüneyim aslında anlattıkları hiç umurumda değildi. Yok, yolmuş, bereketmiş, kısmetmiş. Eh dünyadaki tek deli ben olacak değilim ya. Paratonerin, deli çeker çeşidiydim sanki. Hunisini kapan yanıma geliyordu.
Cildi ne kadar da gergin duruyordu. Bir şeyler yaptırmış mı yoksa doğal hali mi çok merak ediyordum. Sormayacaktım. Gençliğinde nasıl görünüyordu acaba. Sonra kendi görüntümü düşündüm. Çirkin değildim ama idare eder bir güzelliğim vardı. Yaşlandıkça güzelleşen şu tiplerden olacaktım belki de kim bilir. Ellerini incelerken kolundaki saat dikkatimi çekti. Geç kalmak üzere olduğumu fark ettim.
“Çok teşekkür ederim ama benim kalkmam gerekiyor. Uçuş saatim yaklaştı.”
Elini sıkmak için uzattığımda, elimi sımsıkı kavradı.
Bak canım, sana naçizane abla, teyze tavsiyesi. İçinde bir zehir var belli. Kaynağı da. Şundan emin olabilirsin; hiç kimsenin doğası değişmez. Belli bir yaştan sonra davranışları da. Zehrin kaynağını kendinden uzak tutmaya bak. Yoksa ölene dek kanında dolaşmaya, zihnini bulandırmaya devam eder.”
“Deneyeceğim.”
Göz kırpıp yine kalabalığa karışmak üzere yanından uzaklaştım.
Çok yanılıyordu. Zehrin kaynağı bendim. Benim bitmek bilmeyen beklentilerim, fazla duygusal oluşum. Hayatta her şey öyle yavaş gelişiyordu ki eğer duygusal hareket ediyorsan, bir şeylerin değişiyor olduğunu fark etmiyordun. Sonra bir bakmışsın umduğundan, hayal ettiğinden bambaşka bir noktaya gelmişsin. Kalbin gözü de pusulası da yoktu ne yazık ki. O yüzden akıllı olmak hatta çok akıllı olmak gerekiyordu. Kimsenin doğası değişmez, çok doğru. Maalesef benim doğam da böyleydi. Ve beni içten içe kemirmeye, zehirlemeye devam edecekti.
Aşkı Oktay’da bulduğumu sanmıştım. Yanılmışım. Bir zamanlar insanları tanımak için davranışlarına bakardım. Hareketlerindeki niyeti, samimiyet derecesini ölçemeyecek kadar toydum. Hep, bir şeyleri zamanında yaşamamış olmanın getirdiği acemilik diye düşündüm. Ne vardı sadece kitaplara gömülecek! Azıcık kafamı kaldırıp da dünyanın dönüşüne ayak uydursaydım ya. Artık pişman olmak için çok geçti. Neyse, şimdi buradaydım, bu kadarına cesaret edebilmiştim ya, geç bile kalmış olsam, en azından, denemedim demeyecektim.  

Ah Oktay ah! İlla ki böyle mi olmalıydı? Kaç kere anlatmıştım, kaç kere. Hiç dinlemedin beni, dinlesen de ciddiye almadın. Geçer mi sanmıştın yoksa? Gerçi, geçti geçmesine de kırarak, yıkarak geçti. Ego savaşlarının galibi; Oktay. Şimdi bir korkak gibi kaçıyordum. Kuyruğumu, bacaklarımın arasına kıstırmış; etrafa biraz ürkek, biraz saldırgan bakışlar atarak sadece uzaklaşmaya çalışıyordum.
devamı gelecek... ;)

1 yorum:

  1. yaşarken gidişatı sorgulamaak iyidir.Takıldım bİlgisayarın sarjı bitiyooor.Ama çok güzel keşke kitap olsydı,ne çabuk bitiriverirdim bu gece,merak da ediyorum.

    YanıtlaSil