Hayat başlı başına bir oyunken, insanların, renklendirmek adına içine
küçük oyuncuklar sokuşturmasını anlayamıyordum. Konuşmaya ne çok ihtiyacı
varmış meğer. Neyse en azından mutlu görünüyor diye düşündüm, bozmamak gerek. Ne
kadar ilgili görünürsem görüneyim aslında anlattıkları hiç umurumda değildi. Yok,
yolmuş, bereketmiş, kısmetmiş. Eh dünyadaki tek deli ben olacak değilim ya.
Paratonerin, deli çeker çeşidiydim sanki. Hunisini kapan yanıma geliyordu.
Cildi ne kadar da gergin duruyordu. Bir şeyler yaptırmış mı yoksa doğal
hali mi çok merak ediyordum. Sormayacaktım. Gençliğinde nasıl görünüyordu
acaba. Sonra kendi görüntümü düşündüm. Çirkin değildim ama idare eder bir
güzelliğim vardı. Yaşlandıkça güzelleşen şu tiplerden olacaktım belki de kim
bilir. Ellerini incelerken kolundaki saat dikkatimi çekti. Geç kalmak üzere
olduğumu fark ettim.
“Çok teşekkür
ederim ama benim kalkmam gerekiyor. Uçuş saatim yaklaştı.”
Elini sıkmak için uzattığımda, elimi sımsıkı kavradı.
“Bak canım, sana naçizane abla, teyze tavsiyesi. İçinde bir zehir
var belli. Kaynağı da. Şundan emin olabilirsin; hiç kimsenin doğası değişmez.
Belli bir yaştan sonra davranışları da. Zehrin kaynağını kendinden uzak tutmaya
bak. Yoksa ölene dek kanında dolaşmaya, zihnini bulandırmaya devam eder.”
“Deneyeceğim.”
Göz kırpıp yine kalabalığa karışmak üzere yanından uzaklaştım.
Çok yanılıyordu. Zehrin kaynağı bendim. Benim bitmek bilmeyen
beklentilerim, fazla duygusal oluşum. Hayatta her şey öyle yavaş gelişiyordu ki
eğer duygusal hareket ediyorsan, bir şeylerin değişiyor olduğunu fark etmiyordun.
Sonra bir bakmışsın umduğundan, hayal ettiğinden bambaşka bir noktaya
gelmişsin. Kalbin gözü de pusulası da yoktu ne yazık ki. O yüzden akıllı olmak
hatta çok akıllı olmak gerekiyordu. Kimsenin doğası değişmez, çok doğru.
Maalesef benim doğam da böyleydi. Ve beni içten içe kemirmeye, zehirlemeye
devam edecekti.
Aşkı Oktay’da bulduğumu sanmıştım. Yanılmışım. Bir zamanlar insanları
tanımak için davranışlarına bakardım. Hareketlerindeki niyeti, samimiyet
derecesini ölçemeyecek kadar toydum. Hep, bir şeyleri zamanında yaşamamış
olmanın getirdiği acemilik diye düşündüm. Ne vardı sadece kitaplara gömülecek!
Azıcık kafamı kaldırıp da dünyanın dönüşüne ayak uydursaydım ya. Artık pişman
olmak için çok geçti. Neyse, şimdi buradaydım, bu kadarına cesaret edebilmiştim
ya, geç bile kalmış olsam, en azından, denemedim demeyecektim.
Ah Oktay ah! İlla ki böyle mi olmalıydı? Kaç kere anlatmıştım, kaç
kere. Hiç dinlemedin beni, dinlesen de ciddiye almadın. Geçer mi sanmıştın
yoksa? Gerçi, geçti geçmesine de kırarak, yıkarak
geçti. Ego savaşlarının galibi; Oktay. Şimdi bir korkak gibi kaçıyordum.
Kuyruğumu, bacaklarımın arasına kıstırmış; etrafa biraz ürkek, biraz saldırgan
bakışlar atarak sadece uzaklaşmaya çalışıyordum.
devamı gelecek... ;)
yaşarken gidişatı sorgulamaak iyidir.Takıldım bİlgisayarın sarjı bitiyooor.Ama çok güzel keşke kitap olsydı,ne çabuk bitiriverirdim bu gece,merak da ediyorum.
YanıtlaSil