Küçük bavulumu çoktan teslim etmiştim. Sırt
çantamın tek sapını omzuma geçirdim ve Umut’un yanı sıra yürümeye başladım. Alnında
ve gözlerinin iki yanındaki derin çiziklere bakılırsa en az otuz veya otuz beşinde
olmalıydı. Fazlasıyla geniş görünen omuzlarına rağmen boyu pek uzun sayılmazdı.
Sonra biraz fazla yakınlaşmış olacağız, buruma parfüm kokusu geldi. Oldukça
ağır ve rahatsız edici bir kokuydu, bir iki adım öne çıktım. O ise elindeki
telefonu kurcalıyordu. Tekrar yanıma yaklaştı ve telefonunu bana uzattı.
-Bakın..
Uçları kir yüzünden kararmış, aslında beyaz olan
uzun ve de sık tüylerle kaplı, yüzü gözü zor seçilen; şu haliyle de daha çok
paspas başlığını andıran minik bir köpeğin fotoğrafını gösterdi. Parfüm
alanından bir an önce uzaklaşmak istiyordum.
-Ev temizliğinde kullanıyorsunuz sanırım. Dedim ve yürüyen
merdiveni yan yana duramayacak kadar ortalamamdan hemen önce, telefonunu geri
verdim.
-Bahçede
ufak bir havuz var. Ördekler için yapmıştık. Etrafı genelde çamur. Pamuk da sürekli
ördeklerin çevresinde. Bu fotoğrafı bahçede oynarken
çekmiştim zaten. Yoksa suyu çok sever. Sık sık yıkarız.
-E,
kime bıraktınız peki? Bir de ördekler var.
-Marmaris’te
ailemle birlikte yaşıyorum. Oradalar şimdi.
-Marmaris’e
mi gidiyorsunuz?
-Hayır,
aslında ufak bir seyahate çıkıyorum. Ankara’da işlerim vardı, onları hallettim.
Şimdi İstanbul’a gidiyorum, oradan da birkaç arkadaş İtalya’ya geçeceğiz.
-İyiymiş.
Gezmeyi
hayatım boyunca sevmiştim. Kapıyı kapasalar camdan, camı kapasalar bacadan
kaçan bir çocuktum. Öyle eve barka sığmaz, yerimde iki dakika oturmazdım.
Büyümeye dair hayalim gezgin olmaktı. Daha küçücüktüm; evimizden köye
gittiğimiz süreçte bile kargacık burgacık yazımla gezi notları yazardım. Arabanın
camından dışarıya baktığımda, gördüğüm her bir ayrıntı cennetten kopmuş gibi
gelirdi. Asfaltın kenarında büyümüş bir gelincik;dalında sallanan, rengi
kararmış, düşmek üzere bir elma; yıkılmaya yüz tutmuş bir viranenin duvar
çatlağına örülmüş koca bir örümcek ağı; yani evin uzağında olan her şey…
Büyümeye
yakın en çok görmek istediğim yerlerden biri İtalya idi. Benim yaşımdakiler
Amerika hayalleri kurarken bile ben, İtalya’nın sakin güney sahillerinde,
balıkçı kasabalarının taştan sokaklarında, Roma’nın antik harabelerinde gezmeyi
dilerdim. Olmadı. Önce yalnız gezecek cesareti bulamadım sonra da iş güç
derken…
-Dalmaktan
kastettiğiniz buydu sanırım.
-İtalya’yı
görmeyi çok istedim ama olmadı. Bir türlü kabuğumuzdan çıkamıyoruz.
-Eşinizle
çıkın, gezin. Hiç mi boş vaktiniz olmuyor. Sahi ne iş yapıyorsunuz.
-Doktorum,
eşim de öyle. İznimiz var aslında, imkanımız da ama eşim uçamıyor. Uçuş fobisi var.
Daha doğrusu yüksekten çok korkuyor.
-Hipnoz
yaptırsın. On yıl öncesine kadar ben de uçamazdım ama artık neredeyse her ay
bulutların üzerindeyim. Hatta bu yıl yamaç paraşütü yapmaya başladım. Fobiler
büyük ayak bağı. Hayat zaten sıkıcı, bir de korkulara takılıp kalmamak lazım.
Hastalıksa, çaresini arayacaksın.
-O,
zaten gezmeyi çok sevmez. Günlerce evde oturabilecek yapıda bir insan. Onu hiç
anlayamıyorum.
-Sizin
yolculuk nereye?
-İstanbul’a
kardeşimin yanına gidiyorum.
Devamı gelecek... ;)
Umut renkli birine benziyor...
YanıtlaSilDi mi, hayat dolu. Keşke takılıp peşine gitseydi.
SilDi mi, hayat dolu. Keşke takılıp peşine gitseydi.
SilGitse, o da piskopat çıksa ?
YanıtlaSil