20 Nisan 2016 Çarşamba

VEDA-4


Küçük bavulumu çoktan teslim etmiştim. Sırt çantamın tek sapını omzuma geçirdim ve Umut’un yanı sıra yürümeye başladım. Alnında ve gözlerinin iki yanındaki derin çiziklere bakılırsa en az otuz veya otuz beşinde olmalıydı. Fazlasıyla geniş görünen omuzlarına rağmen boyu pek uzun sayılmazdı. Sonra biraz fazla yakınlaşmış olacağız, buruma parfüm kokusu geldi. Oldukça ağır ve rahatsız edici bir kokuydu, bir iki adım öne çıktım. O ise elindeki telefonu kurcalıyordu. Tekrar yanıma yaklaştı ve telefonunu bana uzattı.
-Bakın..
  Uçları kir yüzünden kararmış, aslında beyaz olan uzun ve de sık tüylerle kaplı, yüzü gözü zor seçilen; şu haliyle de daha çok paspas başlığını andıran minik bir köpeğin fotoğrafını gösterdi. Parfüm alanından bir an önce uzaklaşmak istiyordum.
 -Ev temizliğinde kullanıyorsunuz sanırım. Dedim ve yürüyen merdiveni yan yana duramayacak kadar ortalamamdan hemen önce, telefonunu geri verdim.
-Bahçede ufak bir havuz var. Ördekler için yapmıştık. Etrafı genelde çamur. Pamuk da sürekli ördeklerin çevresinde. Bu fotoğrafı bahçede oynarken çekmiştim zaten. Yoksa suyu çok sever. Sık sık yıkarız.
-E, kime bıraktınız peki? Bir de ördekler var.
-Marmaris’te ailemle birlikte yaşıyorum. Oradalar şimdi.
-Marmaris’e mi gidiyorsunuz?
-Hayır, aslında ufak bir seyahate çıkıyorum. Ankara’da işlerim vardı, onları hallettim. Şimdi İstanbul’a gidiyorum, oradan da birkaç arkadaş İtalya’ya geçeceğiz. 
-İyiymiş.
 Gezmeyi hayatım boyunca sevmiştim. Kapıyı kapasalar camdan, camı kapasalar bacadan kaçan bir çocuktum. Öyle eve barka sığmaz, yerimde iki dakika oturmazdım. Büyümeye dair hayalim gezgin olmaktı. Daha küçücüktüm; evimizden köye gittiğimiz süreçte bile kargacık burgacık yazımla gezi notları yazardım. Arabanın camından dışarıya baktığımda, gördüğüm her bir ayrıntı cennetten kopmuş gibi gelirdi. Asfaltın kenarında büyümüş bir gelincik;dalında sallanan, rengi kararmış, düşmek üzere bir elma; yıkılmaya yüz tutmuş bir viranenin duvar çatlağına örülmüş koca bir örümcek ağı; yani evin uzağında olan her şey…
 Büyümeye yakın en çok görmek istediğim yerlerden biri İtalya idi. Benim yaşımdakiler Amerika hayalleri kurarken bile ben, İtalya’nın sakin güney sahillerinde, balıkçı kasabalarının taştan sokaklarında, Roma’nın antik harabelerinde gezmeyi dilerdim. Olmadı. Önce yalnız gezecek cesareti bulamadım sonra da iş güç derken…
-Dalmaktan kastettiğiniz buydu sanırım.
-İtalya’yı görmeyi çok istedim ama olmadı. Bir türlü kabuğumuzdan çıkamıyoruz.
-Eşinizle çıkın, gezin. Hiç mi boş vaktiniz olmuyor. Sahi ne iş yapıyorsunuz. 
-Doktorum, eşim de öyle. İznimiz var aslında, imkanımız da ama eşim uçamıyor. Uçuş fobisi var. Daha doğrusu yüksekten çok korkuyor.
-Hipnoz yaptırsın. On yıl öncesine kadar ben de uçamazdım ama artık neredeyse her ay bulutların üzerindeyim. Hatta bu yıl yamaç paraşütü yapmaya başladım. Fobiler büyük ayak bağı. Hayat zaten sıkıcı, bir de korkulara takılıp kalmamak lazım. Hastalıksa, çaresini arayacaksın.
-O, zaten gezmeyi çok sevmez. Günlerce evde oturabilecek yapıda bir insan. Onu hiç anlayamıyorum.
-Sizin yolculuk nereye?

-İstanbul’a kardeşimin yanına gidiyorum. 

Devamı gelecek... ;)

4 yorum: