23 Nisan 2016 Cumartesi

VEDA-6

Kendime hiç acımam yoktu benim. İşte, yine yalnızdım. Zamane yalnızlığıydı bu; kalabalıklar içinde ama yalnız. Artık çok klasik. Diğer türlüsünü görmemiştim ki zaten. Aslında yalnızlığı en derinden hissettiğim yer hep Oktay’ın yanı başıydı. Söylemek istediğim birçok şey, açmak istediğim birçok konu olmasına rağmen sustuğum anlarda.
 Herkes mi benim gibi dinleniyor olmaya muhtaçtı? Bazen çevremde gördüğüm, karşısındakinin ne düşündüğünü, ne söylediğini hiç umursamadan konuşabilen insanlara çok imreniyordum. Tıpkı karşımda oturan çift gibi. Kadın sürekli bir şeyler anlatıyor, sık sık da çayını yudumluyordu. Adam ise oturduğu sandalyede yayılmış, bacaklarını iki yana açmış, sağ elinde tuttuğu telefondan gözünü neredeyse hiç ayırmadan sıklıkla sigarasını tüttürüyor ara sıra da kadına cevap veriyordu. Bir an yerimden kalkıp adamın elindeki telefonu alıp balkondan aşağıya fırlatmayı diledim.   
 Sahi, mükemmel bir çift var mıydı gerçekten? Olsa gerek diye düşündüm. Bu kadar çok evlilik kıt kanaat sürüyor olamazdı herhalde. Belki de sorunlar hep yanlış seçim yapmaktan ileri geliyordu. Arkadaş seçer gibi daha doğrusu dost seçer gibi eş seçmeyi başarabilseydik, belki de bu kadar sorun yaşamazdık. Ya da hatalı olduğumuz nokta sürekli mutluluk arayışında olmamızdı. Elimizdekilerle yetinmeyip hep fazlasını istememiz, beklememiz.  Bekleyerek olmayacağını bile bile yine de beklemeye devam etmemiz. Durup da sakinleşmeyi, eteklerimizdekileri saymayı hiç bilmiyorduk. O yüzden olan şey; hep arayış hep arayış! Acımız yok. Gerçek anlamda açımız yok. Aslında yüzdeye vuracak olsan; acı çeken, bir elin parmakları kadar insan. Belki de bu yoksunluklarımız o kişilerin ahı yüzündendi. Olamaz mı?
-Sandalye boş mu acaba?
-Tabi tabi alabilirsiniz.
-Aslında oturmak istemiştim ama…
-Oturabilirsiniz tabi, buyurun.
 İşte bir tane daha. Bazen istesen de yalnız kalmayı başaramıyordun. Şimdi gereksiz bir konuşma daha başlayacak diye düşündüm.
-Bugün havaalanı ne kadar da kalabalık değil mi?
-Öyle.
“Kalabalığı da hiç sevmiyorum biliyor musunuz? Ama bu kadar insanın yaşadığı bir dünyada kaçış yok.”
“Ben de siz gelmeden önce benzer şeyleri düşünüyordum aslında.”
“Şaşırmayın, hepimiz aynıyız. Yani aynı demek abartı olur aslında ama dünya küçüldü. Seçenekler çok bile olsa önümüze sürülenler aynı şeyler. Öyle olunca da birbirinin kopyası bireyler yetişiyor. Kalabalıktan hoşlanmayan, kendine bu kadar benzeyenlerle aynı havayı solumak istemeyen.” Onaylarcasına kafamı sallamakla yetinmiştim.  “Fazla ciddi bir karşılaşma oldu. Kusura bakmayın. Son zamanlarda hayatı sorgulamaya başladım da. Orta yaş bunalımı sanırım. Canınızı sıkmayayım.”
“Hayır, hayır, lütfen devam edin. İnanın kimse şu ara daha fazla sıkamaz.”
“İsterseniz siz anlatın. Bazen tanımadığın biriyle konuşmak iyi hissettirebilir. Hem belki birlikte çözüm bile üretebiliriz.”
“Pek öyle çözüm üretilecek cinsten değil. Aslında ortada bir sorun olduğundan bile emin değilim.”
“Öyle demeyin. İnsanın canını sıkan her şey başlı başına bir sorundur. Gözle görülür bir sebebi olmasa bile şu an rahatsız hissediyor olmanız bile. Kahvenizi kapatın, size bir fal bakayım.”
Gülüyorum.“Kusura bakmayın. Ben fala inanmam.”
“Ben de öyle.”
Gülümsemem yüzümde çakılı, “eee?” der gibi yüzüne baktım.
Arkadaşlar genelde birbirlerinin falına bakmaz mı? Bir oyun sadece canım. Birazcık neşelenelim istedim. Arada hayatı hafife almak gerek.”
Fincanı ters çevirip, kapattım.
“Üzerinize yüzüğünüzü de koyun.”
“Seve seve.”
Gülüyor. “Kaç yıllık evlisiniz?”
“Altı olacak.”
“Çocuğunuz var mı peki?”
Böyle damdan düşme samimiyetleri sevmesem de bu kadına içimin ısındığını hissediyordum. Bakışları biraz annemin bakışlarına benziyordu. Gözleri aynı renk; çamurumsu bir kahverenginin içine saçılmış koyu yeşil lekeler. Ebru gibi. Dalga, dalga. Sesindeki naiflik insana kendini güvende hissettiriyordu. Tam da aradığım şey; güven.
“Aaaa olmaz ama böyle. Dalıp gitmeyiniz, konuşunuz lütfen.”
“Ya çok af edersiniz. Kafam dağınık şu aralar.”
“Eeee, çocuk?”
“Denedik ama olmadı ne yazık ki.”
İstemedim demeye utanıyordum. Sanki bir kadının çocuk istemesi şartmış gibi.
“Üzüldüm. Çocuk, evliliğe ayrı bir renk katıyor. Aslında evlat edinebilirsiniz. Yaşınız çok genç.”
“Şu ara sorumluluğum çok fazla, bir de evliliğimiz pek yolunda gitmiyor. O yüzden olmadığı daha iyi.”
“Başta da söylediğim gibi bana her şeyi anlatabilirsiniz. Şuradan kalktıktan sonra belki de birbirimizi bir daha hiç görmeyiz.”
Parmağındaki yüzüğe dayanarak sordum.
“Siz evli misiniz?”
“Evet.”
“Çalışıyor musunuz?”
“Emekli öğretmenim. 35 yıl çalıştım. Sonra da artık köşeme çekilip dinlenmek istedim. Fiziksel olarak da yıpranmaya başlamıştım. İlkokul öğretmenliği fazla enerji isteyen bir meslek. Belli bir yaştan sonra yapmayı doğru bulmuyorum.”
“Öyle mi? Annem de ilkokul öğretmeniydi. O, sağlık problemleri nedeniyle bırakmak zorunda kalmıştı. Kendi ilkokul dönemimi hiç hatırlamıyorum ama onun sınıflarının kokusu bile hala burnumda. Sesi bağırmaktan, acayip tiz çıkardı. Evde bize o şekilde bağırdığını hatırlamam ama kırk küsür çocuğa kendini dinletebilmek için mecbur kalıyordu sanırım.”
“Şimdi nerede oturuyorlar.”
“Kaybettik maalesef.”
“Allah rahmet eylesin, küçük müydünüz?”
“Ben ve ikizim ortaokuldaydık, abimiz ise lisede.”
“Yaaa, çok zor olmuş olmalı. Daha küçücükmüşsünüz. Hem de üç çocuk.”
“Öyle ama babam sağ olsun, hep yanımızdaydı. Her şeyimizle en az annemiz kadar ilgilendi. Yokluğunu hissettirmemeye çalıştı. O da bizi başından attıktan kısa bir süre sonra vefat etti. Şimdi hayatta olsalardı yanlarından bir an ayrılmazdım. İkisini de öyle çok özlüyorum ki.”
“Üzüldüm. Benim de bir oğlum var. Amerika’da yaşıyor. Evli. İki de torunum var. Ama iki yılda bir ancak görüyorum. Dünya küçüldü diyoruz ya yalan. Aslında dünya hala büyük ve orasına, burasına savrulmuşuz. Sevdiklerimizden ayrı gayrı yaşayıp gidiyoruz.”  
“Sizinki daha zor olmalı.”
“Yok, öyle düşünme. Sağlıklı ve de mutlu olduklarını biliyorum ya o yetiyor bana. Benim can dostum, hayat arkadaşım yanımda zaten. Allah onun yokluğunu göstermesin.”
İşte, işte tam da böyle bir evlilik istiyordum. Dostum diyebileceğim bir adamla uyuyup, uyanmak. Acaba düzelmez miydi hiçbir şey? Ah biraz olsun umudum olsa, her şeyi yapmaya hazırdım. Belki elde olana razı olmalıydı ama o da hiç ama hiç içimden gelmiyordu.

“Evet, bakalım burada ne varmış.”  

devamı gelecek.... ;)

2 yorum:

  1. Bu kadar olur.Ben gibi emekli öğretmen,oğluş Amerika'da ama benimkisi yeni evli iki senedir görmedim.Olsun o mutlu çok şükür iki kızçem var yanımda şimdilik onlarda uçtumu yuvadan Biz yol arkadaşımla yola devam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bilmeyerek yaranıza parmak bastım. En kısa zamanda Allah kavuştursun ;)

      Sil