Kendime hiç acımam yoktu benim. İşte, yine yalnızdım.
Zamane yalnızlığıydı bu; kalabalıklar içinde ama yalnız. Artık çok klasik. Diğer
türlüsünü görmemiştim ki zaten. Aslında yalnızlığı en derinden hissettiğim yer
hep Oktay’ın yanı başıydı. Söylemek istediğim birçok şey, açmak istediğim
birçok konu olmasına rağmen sustuğum anlarda.
Herkes mi
benim gibi dinleniyor olmaya muhtaçtı? Bazen çevremde gördüğüm, karşısındakinin
ne düşündüğünü, ne söylediğini hiç umursamadan konuşabilen insanlara çok
imreniyordum. Tıpkı karşımda oturan çift gibi. Kadın sürekli bir şeyler
anlatıyor, sık sık da çayını yudumluyordu. Adam ise oturduğu sandalyede yayılmış,
bacaklarını iki yana açmış, sağ elinde tuttuğu telefondan gözünü neredeyse hiç
ayırmadan sıklıkla sigarasını tüttürüyor ara sıra da kadına cevap veriyordu.
Bir an yerimden kalkıp adamın elindeki telefonu alıp balkondan aşağıya
fırlatmayı diledim.
Sahi,
mükemmel bir çift var mıydı gerçekten? Olsa gerek diye düşündüm. Bu kadar çok
evlilik kıt kanaat sürüyor olamazdı herhalde. Belki de sorunlar hep yanlış
seçim yapmaktan ileri geliyordu. Arkadaş seçer gibi daha doğrusu dost seçer
gibi eş seçmeyi başarabilseydik, belki de bu kadar sorun yaşamazdık. Ya da
hatalı olduğumuz nokta sürekli mutluluk arayışında olmamızdı. Elimizdekilerle
yetinmeyip hep fazlasını istememiz, beklememiz. Bekleyerek olmayacağını
bile bile yine de beklemeye devam etmemiz. Durup da sakinleşmeyi, eteklerimizdekileri
saymayı hiç bilmiyorduk. O yüzden olan şey; hep arayış hep arayış! Acımız yok. Gerçek
anlamda açımız yok. Aslında yüzdeye vuracak olsan; acı çeken, bir elin
parmakları kadar insan. Belki de bu yoksunluklarımız o kişilerin ahı
yüzündendi. Olamaz mı?
-Sandalye
boş mu acaba?
-Tabi
tabi alabilirsiniz.
-Aslında
oturmak istemiştim ama…
-Oturabilirsiniz
tabi, buyurun.
İşte bir tane daha. Bazen istesen de yalnız
kalmayı başaramıyordun. Şimdi gereksiz bir konuşma daha başlayacak diye
düşündüm.
-Bugün
havaalanı ne kadar da kalabalık değil mi?
-Öyle.
“Kalabalığı
da hiç sevmiyorum biliyor musunuz? Ama bu kadar insanın yaşadığı bir dünyada
kaçış yok.”
“Ben
de siz gelmeden önce benzer şeyleri düşünüyordum aslında.”
“Şaşırmayın,
hepimiz aynıyız. Yani aynı demek abartı olur aslında ama dünya küçüldü.
Seçenekler çok bile olsa önümüze sürülenler aynı şeyler. Öyle olunca da
birbirinin kopyası bireyler yetişiyor. Kalabalıktan hoşlanmayan, kendine bu
kadar benzeyenlerle aynı havayı solumak istemeyen.” Onaylarcasına
kafamı sallamakla yetinmiştim. “Fazla
ciddi bir karşılaşma oldu. Kusura bakmayın. Son zamanlarda hayatı sorgulamaya
başladım da. Orta yaş bunalımı sanırım. Canınızı sıkmayayım.”
“Hayır,
hayır, lütfen devam edin. İnanın kimse şu ara daha fazla sıkamaz.”
“İsterseniz
siz anlatın. Bazen tanımadığın biriyle konuşmak iyi hissettirebilir. Hem belki
birlikte çözüm bile üretebiliriz.”
“Pek
öyle çözüm üretilecek cinsten değil. Aslında ortada bir sorun olduğundan bile
emin değilim.”
“Öyle
demeyin. İnsanın canını sıkan her şey başlı başına bir sorundur. Gözle görülür
bir sebebi olmasa bile şu an rahatsız hissediyor olmanız bile. Kahvenizi
kapatın, size bir fal bakayım.”
Gülüyorum.“Kusura bakmayın. Ben fala inanmam.”
“Ben
de öyle.”
Gülümsemem yüzümde çakılı, “eee?” der gibi
yüzüne baktım.
“Arkadaşlar genelde birbirlerinin falına bakmaz
mı? Bir oyun sadece canım. Birazcık neşelenelim istedim. Arada hayatı hafife
almak gerek.”
Fincanı ters çevirip, kapattım.
“Üzerinize
yüzüğünüzü de koyun.”
“Seve
seve.”
Gülüyor.
“Kaç yıllık evlisiniz?”
“Altı
olacak.”
“Çocuğunuz
var mı peki?”
Böyle damdan düşme samimiyetleri sevmesem de bu
kadına içimin ısındığını hissediyordum. Bakışları biraz annemin bakışlarına
benziyordu. Gözleri aynı renk; çamurumsu bir kahverenginin içine saçılmış koyu
yeşil lekeler. Ebru gibi. Dalga, dalga. Sesindeki naiflik insana kendini
güvende hissettiriyordu. Tam da aradığım şey; güven.
“Aaaa
olmaz ama böyle. Dalıp gitmeyiniz, konuşunuz lütfen.”
“Ya
çok af edersiniz. Kafam dağınık şu aralar.”
“Eeee,
çocuk?”
“Denedik
ama olmadı ne yazık ki.”
İstemedim demeye utanıyordum. Sanki bir kadının
çocuk istemesi şartmış gibi.
“Üzüldüm.
Çocuk, evliliğe ayrı bir renk katıyor. Aslında evlat edinebilirsiniz. Yaşınız
çok genç.”
“Şu
ara sorumluluğum çok fazla, bir de evliliğimiz pek yolunda gitmiyor. O yüzden
olmadığı daha iyi.”
“Başta
da söylediğim gibi bana her şeyi anlatabilirsiniz. Şuradan kalktıktan sonra
belki de birbirimizi bir daha hiç görmeyiz.”
Parmağındaki yüzüğe dayanarak sordum.
“Siz
evli misiniz?”
“Evet.”
“Çalışıyor
musunuz?”
“Emekli
öğretmenim. 35 yıl çalıştım. Sonra da artık köşeme çekilip dinlenmek istedim.
Fiziksel olarak da yıpranmaya başlamıştım. İlkokul öğretmenliği fazla enerji
isteyen bir meslek. Belli bir yaştan sonra yapmayı doğru bulmuyorum.”
“Öyle
mi? Annem de ilkokul öğretmeniydi. O, sağlık problemleri nedeniyle bırakmak
zorunda kalmıştı. Kendi ilkokul dönemimi hiç hatırlamıyorum ama onun
sınıflarının kokusu bile hala burnumda. Sesi bağırmaktan, acayip tiz çıkardı.
Evde bize o şekilde bağırdığını hatırlamam ama kırk küsür çocuğa kendini
dinletebilmek için mecbur kalıyordu sanırım.”
“Şimdi nerede oturuyorlar.”
“Kaybettik maalesef.”
“Allah rahmet eylesin, küçük
müydünüz?”
“Ben ve ikizim ortaokuldaydık,
abimiz ise lisede.”
“Yaaa, çok zor olmuş olmalı.
Daha küçücükmüşsünüz. Hem de üç çocuk.”
“Öyle
ama babam sağ olsun, hep yanımızdaydı. Her şeyimizle en az annemiz kadar
ilgilendi. Yokluğunu hissettirmemeye çalıştı. O da bizi başından attıktan kısa
bir süre sonra vefat etti. Şimdi hayatta olsalardı yanlarından bir an
ayrılmazdım. İkisini de öyle çok özlüyorum ki.”
“Üzüldüm.
Benim de bir oğlum var. Amerika’da yaşıyor. Evli. İki de torunum var. Ama iki
yılda bir ancak görüyorum. Dünya küçüldü diyoruz ya yalan. Aslında dünya hala
büyük ve orasına, burasına savrulmuşuz. Sevdiklerimizden ayrı gayrı yaşayıp
gidiyoruz.”
“Sizinki
daha zor olmalı.”
“Yok,
öyle düşünme. Sağlıklı ve de mutlu olduklarını biliyorum ya o yetiyor bana.
Benim can dostum, hayat arkadaşım yanımda zaten. Allah onun yokluğunu
göstermesin.”
İşte, işte tam da böyle bir evlilik istiyordum.
Dostum diyebileceğim bir adamla uyuyup, uyanmak. Acaba düzelmez miydi hiçbir
şey? Ah biraz olsun umudum olsa, her şeyi yapmaya hazırdım. Belki elde olana
razı olmalıydı ama o da hiç ama hiç içimden gelmiyordu.
“Evet,
bakalım burada ne varmış.”
devamı gelecek.... ;)
Bu kadar olur.Ben gibi emekli öğretmen,oğluş Amerika'da ama benimkisi yeni evli iki senedir görmedim.Olsun o mutlu çok şükür iki kızçem var yanımda şimdilik onlarda uçtumu yuvadan Biz yol arkadaşımla yola devam.
YanıtlaSilBilmeyerek yaranıza parmak bastım. En kısa zamanda Allah kavuştursun ;)
Sil