Şu eve birini bulamadı gitti. Her gün kahvaltı
etmeden çıkıyoruz. Sadece simitle, poğaçayla kahvaltı mı olur? Göbek de aldı
başını gitti. Ondan sonra, “kilo aldın” diye söylensin dursun.
Arabayı Hakan’a
vereyim de yazlık lastikleri taktırsın, vakti geldi artık. Zaten yıkanması da lazım. Bir
gün yağmur; bir gün toz, toprak, güneş; leş gibi oldu. Ben de poliklinik çıkışı tıraş olmaya gideyim. Uzadıkça beyazlar
daha çok belli oluyor.
Sekreterliğe söyleyeyim de da bu hafta için
fazla randevu almasınlar. Biraz kafa dinleyeyim. Maç bugün mü yoksa yarın mıydı?
Bizimkiler bir organizasyon yapsa. Evde bekleyen de yok nasılsa.
Öğleye
doğru, diğer planlardan vazgeçip, akşam için Ömür’ü aramaya karar veriyorum.
Ömür, kumral, yeşil gözlü, ince uzun bacaklı, oldukça çekici bir kız. Annesini
muayeneye geldikleri ilk gün ilgimi çekmişti. Ben annesi ile konuşurken gözlerini
üzerimden hiç ayırmadan, saçının bukleleriyle oynuyordu.
Ameliyat günü refakatçi kalmış. Ben de
nöbetçiydim. Gece bir ara odama geldi. Annesi ile ilgili bir sorun olduğunu
sanmıştım ama o, teşekkür etmek için geldiğini söyledi. Kahve içmek isteyip
istemediğini sordum. “İçerim.” dedi. Nöbet odasındaki koltuğa oturdu. Kendinden
emin ve güzelliğinin farkında olan ama şımarık görünmeyen bir kız. Fazla konuşmuyordu.
Genellikle ben konuşmuştum. O, ya soru soruyor ya da söylediklerimi vurguluyordu.
Sırf laf olsun diye, annesinin durumu
ile ilgili daha önce söylediğim şeyleri tekrar anlattım. Kahvesi bitmişti.
Gitmek üzere kalktı. Yaklaştı, elini uzattı ve “İyi nöbetler.” dedi. Elimi
çekmemiştim. O da çekmedi. Bedenlerimiz çok yakındı. Dudaklarından öptüm, uzaklaşmadı.
Bir süre sonra dudaklarını ayırdı ve iyi geceler dedi. Sabah vizitte görüşürüz
dedim. Bir şey söylemedi. Gülümsedi ve gitti.
Gece, acil ameliyata
girmem gerektiği için ancak sabaha karşı, ameliyathanenin nöbet odasında, perişan
bir şekilde uyuyakalmıştım. Sabah kalktığımda saçım, yapış yapış ve dağınıktı.
Alnımda bonenin lastik izi, yüzümde yastığın kıvrımından kaynaklanan
çizgilenmeler, göz kapaklarım şiş bir vaziyette uyanmıştım. Karşısına o şekilde
çıkamazdım. Hamdi’yi arayıp, Ömür’ün annesinin drenlerini kontrol etmesini
söyledim. Diğer hastalarımı dolaştıktan sonra da polikliniğe indim.
Sonrasında birkaç
kez görüştük. Sinemaya ya da akşamları bir şeyler içmeye falan gitmiştik. Annesiyle
birlikte yaşıyordu. Kendinden söz etmeyi
pek sevmezdi. Nerede, ne iş yaptığını bile bilmiyordum. Ama seyahat rehberi
olduğunu falan düşünürdüm çünkü birçok yer hakkında ayrıntılı bilgiye sahipti.
Bunu söylediğimde gülmüştü. Harika bir gülüşü vardı. Dişleri oldukça düzgün ve
de beyazdı. Güldüğünde ve hatta gülümsediğinde ağız köşeleri yukarıya doğru
muntazam bir kavis alırdı.
devamı gelecek... ;)
Bernanin hayatından çık o zaman oktay, niye eziyet ediyorsun kıza? Tam dayaklik bu oktay:(
YanıtlaSilŞaşırmadım şımarık.Burada bırakmalı yarın fırst bulursam devam tekrar tebrik ederim.Gerçekten kitabı elimden bırakamadım hissi oldu.
YanıtlaSil