(Oktay)
Eve girip hızlıca duş aldım. Tam kapıdan çıkmak üzereydim ki, aklıma Hikmet Amca geldi. İçeri girip ilaç kutusunun bulunduğu odaya yöneldim. Kutudan bir ampül kas gevşetici, bir ampül ağrı kesici, bir de beşlik enjektör çıkarıp, vestiyerin üst gözünde bulduğum küçük bir alışveriş poşetine koydum. İhtiyarda pamukla kolonya vardır nasılsa diye düşünerek aşağıya indim. Kapıyı bakıcı kız açmıştı. İlaç poşetini ona uzattım ama ablak ablak yüzüme bakınca içinde neler olduğunu açıklama ihtiyacı hissettim. O ise “İğne yapmayı bilmiyorum.” dedi. Doksan küsür yaşındaki bir adamın bakıcısıydı ama enjeksiyon yapmayı bilmiyordu. Önceki iğnelerini kimin yaptığını sordum. Berna'nın yapmış olduğunu söyleyince, içimde tanıdık bir öfke belirdi. Ben çocuk istiyorum dediğimde yoğunluktan yakınan ama her akşam en az bir saatini şu toprak kokan adama ayırmaktan geri kalmayan, iyilik meleği Berna Hanım.
Eve girip hızlıca duş aldım. Tam kapıdan çıkmak üzereydim ki, aklıma Hikmet Amca geldi. İçeri girip ilaç kutusunun bulunduğu odaya yöneldim. Kutudan bir ampül kas gevşetici, bir ampül ağrı kesici, bir de beşlik enjektör çıkarıp, vestiyerin üst gözünde bulduğum küçük bir alışveriş poşetine koydum. İhtiyarda pamukla kolonya vardır nasılsa diye düşünerek aşağıya indim. Kapıyı bakıcı kız açmıştı. İlaç poşetini ona uzattım ama ablak ablak yüzüme bakınca içinde neler olduğunu açıklama ihtiyacı hissettim. O ise “İğne yapmayı bilmiyorum.” dedi. Doksan küsür yaşındaki bir adamın bakıcısıydı ama enjeksiyon yapmayı bilmiyordu. Önceki iğnelerini kimin yaptığını sordum. Berna'nın yapmış olduğunu söyleyince, içimde tanıdık bir öfke belirdi. Ben çocuk istiyorum dediğimde yoğunluktan yakınan ama her akşam en az bir saatini şu toprak kokan adama ayırmaktan geri kalmayan, iyilik meleği Berna Hanım.
Poşeti verip gidecek oldum, yapamadım. Ayakkabılarımı
dışarıda bırakıp, rutubetli eve girdim. Doğrusu kolonya kokmak istemiyordum.
Enjeksiyonu yapacağım yeri, bakıcı kıza sildirdim. İki ampulü de kırıp,
içindeki sıvıları enjektöre çektim. Tavuk derisi gibi kalın, kırışık ancak süt
beyazı deriyi olabildiğince gerdirdim. Kalça kemikleri parmaklarımın ucuna
batıyordu. Deri ile kemik arasındaki kas kütlesine, kütle demek doğru olmazdı
aslında, sıvıyı enjekte ettim. Adamın,
oflayıp puflamalar arasında dua ettiğini duydum. Bir an önce oradan uzaklaşmak
istiyordum, koku dayanılmazdı. Kıza, evi sık sık havalandırması gerektiğini, bu
şekilde kendisinin de sağlığının bozulacağını söyledim. Yüzünde herhangi bir
ifade belirtisi olmaksızın “tamam” dedi. Bir an, yaşlanmak istemediğimi fark
ettim. Eğer bu kadar yaşamayı becerebilirsem, en iyi ihtimalle sonum şu
adamınki gibi olacaktı. Evde ne idüğü belirsiz, beceriksiz ve de suratsız bir
kız; çoluk yok, çocuk yok. Of Berna of! Neyin inadıydı ki bu?
Telefona baktım, saat sekize geliyordu. Koşarak
yarım kat merdivenden indim, arabaya bindim ve sokaktan hızla ayrıldım.
(Berna)
Hava kararmak
üzereydi. Yabancı olduğum caddelerden, sokaklardan geçiyorduk. Onur, yol boyunca
nefes almaksızın konuşmuştu. İşlerin ne kadar yoğun olduğundan, eve vakit
ayıramadığından şikayet ederek başlamıştı konuşmasına. Sonra beraber çalıştığı
insanların hiç de merak etmediğim ayırıntılarla dolu hayat hikayelerini
dinledim. Bir an, Oktay’ın az konuşuyor olmasının daha iyi olduğunu bile
düşündüm. Arada bazı şeyleri kaçırmış olacağım, sorduğu sorulara anlam
veremeyip tekrar ettirmek durumunda kaldım. Aslında Onur’u da muhabbetini de
çok severdim ama ne olduğunu anlamıyordum. Galiba artık dünya gibi sevdiğimi
düşündüğüm insanlar da çekilmez bir hal almıştı. Sıkıldığımı fark ettiğinde
çoktan eve gelmiştik. “Neyse canım, ben çok konuştum galiba kusura bakma ne olur,
özlemişim.” dedi. “Yukarı çıkınca dinlenirsin. Gerçi bizim ufaklık rahat da
bırakmaz seni ya.”
Öyle ya. Ben onu
hepten unutmuştum. Keşke hava alanından olsun, bir şey alsaydım. Kendimi bir an
gereğinden fazla kötü hissettim. Yakınlarda oyuncakçı, kitapçı falan olup
olmadığını sordum. Saçmalamamı, benim gelmiş olmama fazlasıyla sevineceğini,
başka da herhangi bir şey beklemeyeceğini söyledi. Doğrusu çok özlemiştim
cadıyı. Görmeyeli aylar olmuştu.
Yukarı çıktığımızda
alev saçlı prensesim kapının eşiğinde oturmuş bizi bekliyordu. Görür görmez
yerinden kalktı, yalın ayak merdivene koşup, ona doğru eğilmemi beklemeksizin boynuma
atladı. Sımsıkı sarılmış, bırakmıyordu. Benim de ayrılmaya hiç niyetim yoktu
zaten. Onu kucakladığım gibi aldım, içeriye götürdüm. Defne kucağımda, Şermin’le
öpüşüp koklaştık.
O an evim o
kadar uzak ve yabancı gelmişti ki, bir daha dönmek istemediğimi fark ettim.
Yine çok güzel.Geleceğin senaristisin sen canım. Kutluyorum. Sevgilerimle:)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Böyle beğeniler aldıkça durmaksızın yazmak istiyorum ;) Sevgiler...
SilBu kez de en güzelinden olmuş arkadaşım ... Emeğine ve yüreğine sağlık
YanıtlaSilÇok ama çok teşekkür ederim :) sevgiler...
Siliyi rastlaşmışız. ne güzel yazıyormuşsun...
YanıtlaSilTeşekkürler ve de hoş geldin ;)
Silveda. sürekli öyküydü bu de mi. okumadım başını. ama sen yazmayı seviyon blogu da seviyon. bi de, arkadaşlarımızla hep tatlı olumlu iletişimdesin. çok kutlarım ki seni valla. :)
YanıtlaSilNe tatlısın, ne hoşsun sen de ;) teşekkür ederim :)) Veda, kısa bir öykü olacaktı ama uzadıkça uzuyor, arkası yarın gibi bir şey oldu artık.
Sil