18 Mayıs 2016 Çarşamba

VEDA 19 (Berna)

 Şermin her zamanki gibi, sofrayı donatmıştı. İşten gelip de bu kadar şeyi nasıl hazırlayabildiğini sormadım. O, bizim ailenin atom karıncasıydı. Eli de öyle lezzetliydi ki, masasına iştahsız oturan bile tıka basa doymuş olarak kalkardı.
  Yemek boyunca Defne anlatmış, biz dinlemiştik. Şermin sofra ile mutfak arasında dört dönüyor, Onur da arada konuşmaktan ötürü yemeyi unutan Defne’nin ağzına bir şeyler tıkıştırıyordu. “Kocaman kız oldu, bırak da rahat rahat yesin” dediysem de, “ Evet, aslında haklısın.” deyip sadece üç dakika kendine hakim olabiliyor, sonra da yedirme gayretine devam ediyordu.
   Evde ben de yemek hazırlar, sofra kurardım ama bizim soframız hiç böyle canlı olmazdı. İkimiz sessiz sedasız, neredeyse hiç konuşmadan oturur ve yemek boyunca sürekli açık olan televizyona bakardık. Bazen bir konu açacak olurdum; bahsettiğim, benim bir sorunum ise konuyu değiştirir, ilgisini çekmeyen bir şey ise duymazdan gelirdi. Sadece sofrada değil, aramızdaki seyrek muhabbetlerde de Oktay’ın genel olarak izlediği yol zaten bu idi. Ancak para ile ilgili bir şeyden bahsediyorsam eğer, yüzünde bir aydınlanma olur ve pür dikkat beni dinlerdi. Tabi bir de çocuk mevzusu var. Çocuk isteğini belirttiği zamanlarda resmen bambaşka bir insan olur, sanki yeniden can bulurdu. Heyecanla anlatmaya başlar, benim sıkıldığımı belirttiğim zaman ise öfkeli bir şekilde yerinden kalkar ve sigara içmek üzere balkona koşardı. Sonrasında yine uzun süren bir sessizlik dönemi…  İşte bizim ilişki döngümüz bu idi. Arası önemsiz ayrıntılarla dolu, ilişki demeye şahitlerin bile yetmeyeceği bir birliktelik. Tek çatı altında, birbiri ile alakasız iki varlık.
   Yemek bitmişti. Şermin masanın üzerinde duran şık baharatlığı ve yağdanlığı alıp mutfağa geçti. Defne ile Onur, sofrada ne varsa tek tek toplayıp, mutfağa taşıdılar. Hiçbir şeye elimi sürdürmemişlerdi.
   Lavaboya gitmem gerekti. Ellerimi yıkayacaktım. Şermin’in yaptığı küçük yağlıboya tabloların bulunduğu antreden, koridora geçtim. Dört adet oda ile banyonun kapısı bu L şeklindeki koridora açılıyordu ve koridorun karşı duvarında büyükçe bir ayna vardı.  Aynadaki aksimin bana doğru yaklaşıyor olması rahatsız etmişti. Yan duvarda dizili üç adet apliğin yanından her geçişimde yansımam aydınlanıp, sönüyordu. Yavaş yavaş Görüntü bulanıklaşmaya başladı. Durmak zorunda kaldım, ne olduğunu anlamaya çalışan boş gözlerle etrafa bakındım. Artık sadece karşımda duran aynayı görebiliyordum. Etrafında kalan her şey bir bulanıklık dalgası tarafından yutulmuştu. Başımda rahatsız edici bir ağırlık ve boşluk hissi belirdi. Sağ taraftaki duvara tutunarak banyoya kadar ilerledim. Lavaboya eğildim ve yüzümü yıkamaya başladım. Eğildiğim anda başımın sol tarafında bıçak saplanır gibi bir ağrı hissettim. Bir iki saniye sonra ağrı kaybolmuştu. Yüzümü yıkamaya başladım. Bulanıklık rahatsız edici düzeydeydi ve yoğun bir korku hissettim. Panik atak geçirdiğimi düşünüyordum. Banyo kapısını kapattım ve lavabonun önünde duran, defnenin basamak olarak kullandığı taburenin üzerine oturdum. Ölmekten korkuyordum ve böyle bir korkum olduğunu o ana dek hiç fark etmemiştim. Ağrı arada girip çıkıyordu. 15-20 dk kadar sonra önce ağırlık hissi sonra da bulanıklık tamamen geçti. Eğer Oktay yüzünden hastalanırsam kendimi de onu da hiç affetmeyecektim. Uyusam fena olmayacak diye düşündüm ama yatmadan önce biraz da Şermin’le takılmak istiyordum Geldiğimden beri doğru düzgün konuşamamıştık. Kırık beyaz, eskitme banyo konsolunun üzerinde duran havluluktan bir havlu aldım. Yüzümü kurularken burnuma gelen lavanta kokusunu, derin bir nefes alarak içime doldurdum. Havluyu konsolun yanında duran askıya astım ve içeri geçtim.

   Defne beni görür görmez babasının kucağından fırladığı gibi “teyze” nidaları eşliğinde yanıma geldi ve kollarını bacağıma doladı. “Sen gelmeden yatsın, sen de dinlen biraz diye düşündüm ama uyumadı Berna’cığım. Gelmeni bekledi.” Dedi Onur. Ben de yanağına kocaman bir öpücük kondurup “İyi ki uyumamışsın bıdık, seni ben yatırayım mı?” dedim ve hatta isterse masal bile okuyabileceğimi söyledim. Koşarak kitaplıktan bir hikaye kitabı aldı, getirip elime tutuşturdu. Sonra diğer elimden tuttu ve yine o aydınlık koridordan, bu kez beraber geçip, banyonun karşısında duran odasına girdik. Yatağının sağ yanındaki komodinin üzerinde duran, pembe-beyaz kelebek ve çiçek desenleriyle bezeli abajurun düğmesine bastım. Tavan lambasını da kapattıktan sonra yatağa, Defne’nin yanına girdim.  

5 yorum:

  1. Buzlu Kalem, Veda yazı dizisinin tamamını okumadan önce yorum yapmayacağıma dair karar almıştım. Dün sanırım ilk altı bölümünü bugün de kalanını okudum. Fevkalade beğendim. Sadece merak ettiğim bir konu var. Yazıyı yazdıktan sonra yayına verene kadar kaç defa okuyorsunuz? Yazılarınızı merakla takip ediyorum. Veda'yı da bu kadar biriktirmeyeceğim artık :)

    YanıtlaSil
  2. Beğenmenize çok sevindim :) Aslında yeterince ayrıntılı okuma, inceleme şansım olmuyor. Zaten iş güç arasında fırsat buldukça yazıyorum. En son biter bitmez baştan sona bir kez okuyup, eklemeler, düzenlemeler yapıyorum. yayınla düğmesine basmadan önce son bir kere daha okuyorum, gözüme batan bir şey olursa düzeltiyorum (ki mutlaka oluyor :)) Sonra da yayınlıyorum.
    Eğer sizler de bir yazım hatası ya da çelişkili bir durum fark ederseniz lütfen belirtin, çok memnun olurum.
    Sevgiler ;)

    YanıtlaSil
  3. Ne güzel yaziyorsunuz... " Ben kimim ve jeden yaziyorum" kimsindaki yazini keyifle okudum ve son cümlelerinizde hem tebessüm ettim , hem de cok duygulandim. Ne güzel insansiniz...:) Memnun oldum tanistigimiza. Cok selamlar..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, ben de sizi tanıdığıma memnun oldum <3 Güzellik, gören gözdedir derler, ben de "yürektedir" diyorum. Yüreğinize sağlık, sevgiler ;)

      Sil
  4. Çok beğendim elinize -yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil