Saat 5’i
geçiyordu. Sabahtan beridir sadece yarım saat boş kalabilmiş olan odada durmak artık dayanılmaz
hale gelmişti. Bin bir çeşit ter kokusu birbirine karışmış, kolonya ve
dezenfektan kokularıyla da birleşerek odanın havasını iyice ağırlaştırmıştı. Masanın kaplaması, üzerinde dağılmış halde
duran her şey gibi, ince bir toz tabakası ile örtülüydü. En son hasta da suntası
kavlamış, metali yer yer paslanmış eşyalarla dolu muayene odasından ayrılmıştı.
Sedye ile kapı arasında kumaş bir paravan duruyordu. Paravanın, bir zamanlar
beyaz olan, şimdi ise yer yer batikon lekeleri saçılmış, kirden sararmış kumaşının
dip köşesinde, hatırı sayılır büyüklükte bir yırtık vardı. Sedyenin arkasında
duran, teknesi sallanan, gideri pas yüzünden kahverengileşmiş lavaboda ellerimi
ve yüzümü yıkadım. Ellerimde kalan ıslaklığı, saçlarımı geriye yatırmak için
kullandım. Şakaklarımdaki beyazlıklar iyice gözüme battı. Berbere gitmem
gerekiyordu.
Telefonda Ömür’ün
arama bildirisini gördüm, görmezden geldim. İnanılmaz yorgun hissediyordum. Poliklinik
binasının koridoru boşalmıştı. Dışarı çıkmadan bir sigara yaktım. Arabam çoktan
gelmişti. Yeni lastikleri kontrol ettim. Bir tanesi yeterince dolu
görünmüyordu. Hakan’a da yaptığı, yapacağı işe de sövdüm. Yolda benzinliğe uğramam gerekecekti.
Kavşaktan korna
sesleri geldi. Eve gitmem uzun süreceğe benziyordu. Arabanın koltuğuna oturdum,
radyoyu açtım. Berna’dan kalma yabancı bir şarkı, büyük bir gürültüyle çalmaya
başladı. Yüzümü buruşturdum, sesi kıstım. Kayıtlı kanalları kurcalamaya
başladım. Ankara oyun havası çalan bir kanalda durdum. Sesi hafiften
yükselttim. Sigaranın külünü camdan dışarıya savurduğum sırada telefon çaldı. Anayola
geçmek üzereydim, trafik yoğundu ve de hızlı akıyordu. Arayanın kim olduğuna bakamadan,
yanan izmaritin durduğu elimle bluetooth kulaklığın açma düğmesine bastım.
Arayan Ömür’dü.
Radyoyu kapattım. Öylesine aradığını, önemli bir şey olmadığını, sesimin çok yorgun geldiğini, olmazsa
sonra buluşabileceğimizi falan söylüyordu ki “Hayır tatlım, o kadar da yorgun değilim. Ama önce birkaç işim var.
Dokuz gibi buluşalım olur mu?” Dedim.
Sesini
duyunca fikrimi tekrar değiştirmiştim. Onu istiyordum.
devamı gelecek... ;)
(biliyorum, bu sefer fazla kısa oldu, üzgünüm)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder