5 Mayıs 2016 Perşembe

VEDA 12

  Saat 5’i geçiyordu. Sabahtan beridir sadece yarım saat boş kalabilmiş olan odada durmak artık dayanılmaz hale gelmişti. Bin bir çeşit ter kokusu birbirine karışmış, kolonya ve dezenfektan kokularıyla da birleşerek odanın havasını iyice ağırlaştırmıştı.  Masanın kaplaması, üzerinde dağılmış halde duran her şey gibi, ince bir toz tabakası ile örtülüydü. En son hasta da suntası kavlamış, metali yer yer paslanmış eşyalarla dolu muayene odasından ayrılmıştı. Sedye ile kapı arasında kumaş bir paravan duruyordu. Paravanın, bir zamanlar beyaz olan, şimdi ise yer yer batikon lekeleri saçılmış, kirden sararmış kumaşının dip köşesinde, hatırı sayılır büyüklükte bir yırtık vardı. Sedyenin arkasında duran, teknesi sallanan, gideri pas yüzünden kahverengileşmiş lavaboda ellerimi ve yüzümü yıkadım. Ellerimde kalan ıslaklığı, saçlarımı geriye yatırmak için kullandım. Şakaklarımdaki beyazlıklar iyice gözüme battı. Berbere gitmem gerekiyordu.

  Telefonda Ömür’ün arama bildirisini gördüm, görmezden geldim. İnanılmaz yorgun hissediyordum. Poliklinik binasının koridoru boşalmıştı. Dışarı çıkmadan bir sigara yaktım.  Arabam çoktan gelmişti. Yeni lastikleri kontrol ettim. Bir tanesi yeterince dolu görünmüyordu. Hakan’a da yaptığı, yapacağı işe de sövdüm. Yolda benzinliğe uğramam gerekecekti.
  
   Kavşaktan korna sesleri geldi. Eve gitmem uzun süreceğe benziyordu. Arabanın koltuğuna oturdum, radyoyu açtım. Berna’dan kalma yabancı bir şarkı, büyük bir gürültüyle çalmaya başladı. Yüzümü buruşturdum, sesi kıstım. Kayıtlı kanalları kurcalamaya başladım. Ankara oyun havası çalan bir kanalda durdum. Sesi hafiften yükselttim. Sigaranın külünü camdan dışarıya savurduğum sırada telefon çaldı. Anayola geçmek üzereydim, trafik yoğundu ve de hızlı akıyordu. Arayanın kim olduğuna bakamadan, yanan izmaritin durduğu elimle bluetooth kulaklığın açma düğmesine bastım.
   
   Arayan Ömür’dü. Radyoyu kapattım. Öylesine aradığını, önemli bir şey olmadığını, sesimin çok yorgun geldiğini, olmazsa sonra buluşabileceğimizi falan söylüyordu ki “Hayır tatlım, o kadar da yorgun değilim. Ama önce birkaç işim var. Dokuz gibi buluşalım olur mu?” Dedim.


   Sesini duyunca fikrimi tekrar değiştirmiştim. Onu istiyordum.       

devamı gelecek... ;)

(biliyorum, bu sefer fazla kısa oldu, üzgünüm)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder