28 Mayıs 2016 Cumartesi

ŞİMDİKİ ZAMAN HAYALPERESTİ

Yarı ahşap kır evinin verandasında, gıcırdayan eski püskü bir sandalyenin üzerinde, dizleri göğsüne çekilmiş, ince çıplak kolları bacaklarının etrafına sarmalanmış bir zamane hayalperesti oturuyor. 

 Gözleri, ufku kaplayan tepenin başında üç beş asırdır durmakta olan zeytin ağacının kıvrımları üzerinde. 


  Batmakta olan güneşin kızıllığı, ağacın kurumsal dallarından fırsat buldukça yüzünü ve kıvırcık saçlarını boyuyor. Bundan oldukça hoşnut. O, öyle umarsızca oturuyorken hiçbir şey onu rahatsız edemezmiş gibi görünse de gerçek aslında çok farklı. Onu kendine getirecek her türlü dış etken, ki bu ne olursa olsun, inanılmaz rahatsızlık veriyor. 

  Kaç saattir neyi beklediğinden bihaber oturmaya devam ediyor. Dahası saatlerce ve belki günlerce beklese dahi gelmeyeceği hissinden kurtulamayacağını bile bile... 


  O, her sabah ve akşam hayattan fırsat buldukça böyle bekler. Beklemekten değil ama hayat denilen bütünü oluşturan parçalar içerisinde doğanın bu denli planlı oluşundan sıkılır. Ve sinirlenir. Yağmur yağsa sinirlenir, bir sivrisinek koluna konsa sinirlenir, rüzgardan sağa sola salınan kavağın gövdesinin çıkardığı sesten bile rahatsız olur. Varsa yoksa hayal dünyası. Orada gözleri boşlukta takılı dururken bu tuhaf dünyada takılmaya bayılır. 


 Kimi zaman yapayalnız kaldığını hayal eder. Yer yüzünde ondan başka nefes alan hiç bir canlının olmadığını... İçinde eşyadan ve yiyecek içecekten başka herhangi bir şey bulunmayan yabancı binalara  girip çıkarken nasıl da huzurlu, karanlık ormanlarda ağaçların arasında yürüyorken nasıl da korkusuz oluşunu. 


  Bazen şeytanla dövüşürken bulur kendini; kıran kırana... Galip her zaman tabi ki de kendisi olacaktır. Ama şeytanı yok etmekle bitmez iş. İnsan, yaşayan her şey ile olan mücadelesine kısa bir süre sonra kaldığı yerden devam eder.  


 Bir keresinde dünyadaki tüm erkekleri yok eden bir hastalığı yaymıştı. Şu pek ses getirmeyen buluştan hemen sonra. Kadınlar sperm hücresine ihtiyaç duymadan üreme yeteneği kazanmıştı artık, insan türünün devamı için erkeğe ihtiyaç yoktu. Madem erkekler büyük problem kaynağıydı; savaşan, ezen, döven vs. O da kafasında yok etti hepsini. Bir süre sonra baktı ki bazı kadınlar erkekleşiyor. Hem de eski günleri aratır bir gaddarlıkla. Zihninde ne kadar durdurmaya çalışsa da yapamıyordu. Sonunda kıyamet gibi bir savaş çıktı. Dünya paramparça oldu; o da buharlaştı, yok olup gitti.


   Ölümsüzlüğü hayal eder bazen. Uçabildiğini. Yaşamak için nefes almaya ihtiyaç duymadığını. En kısır hayalleridir bunlar. İsteyen zaten istediği yolla uçsun, imkansız değil. Ölümsüzlük ise bu dünyada kalmaya devam edeceksen en gereksiz şey. Zamandan tasarrufum var, kimseden korkum olmaz artık, aklıma geleni söyler, yaparım desen; betonla kaplar bir çukura gömerler, sonsuza dek yaşarsın tıkıldığın yerde. O da her seferinde sıkılır, vazgeçer ölümsüzlük hayalinden. 


   Sosyal hayaller kurmayı pek sevmez zaten. Takılır kalır bir noktada. Hayalperestin kallavisi, şeytanı bile alt eder ama kendi türüyle başa çıkamaz. Belki de doğanın düzeni böyle. Sıkılsan da, yorulsan da, anlayamasan da yapacak bir şey yok.


   Gün doğum ve batımları; yani ikinci dünyasının kapılarının aralanış vakitleri. O, aslında sadece bu anlarda yaşar. Diğerleri farz edin ki boş bir rüya. Gerçekten uzak, tabiri imkansız, faydasız binlerce ve milyonlarca kopyası olan gereksiz bir rüya. 


  İşte, yine güneş batıyor. Hayata dönme vakti. Elveda iç dünyam, elveda huzur, elveda beklenip de bulunmayanlarla dolu gün. 


  Kim bilir, belki yarın...

4 yorum:

  1. Öyle bir manzarada, gıcırdayan sandalye de neler düşünüp yazılmaz... Güneş batana dek :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında öyle bir ortamı bulsam sadece kitap okumak isterdim ;)

      Sil
  2. ayyyy ben de böyle hayalciyim işte. sen de öylesiiin pışıık :)

    YanıtlaSil