Bütün bunlar
büyük bir saçmalıktı. Aptaldım ben. Hem aptal hem de çaresiz. İnsanın en
zavallı hali.
Derin bir
nefes al ve yavaş yavaş ver. İşte böyle. Ne derdi güzel annem; “Önüne
geçilemeyecek tek şey ölümdür. Seni yıkabilecek tek şey ölüm. Hayatta başka hiçbir şeyin seni yenmesine izin verme.”
Küçücüktüm.
Annesinin kanatlarının altından çıkmak istemeyen minik bir serçe. Ölüm, ilk kez
o gece gözümde canlanmıştı. O, ağzından salyalar akan, yüzü tarumar ve de
çirkin bir canavardı. Karşı koymaya kimsenin gücünün yetmeyeceği, dehşet verici
büyüklükte bir canavar.
Annemin kast
ettiği aslında bu değildi. O, hayat karşısında cesaretimi asla kaybetmemem
gerektiğini söylemeye çalışmıştı. Ama bunu anlayamayacak yaştaydım. Zaten kısa
bir süre sonra canavar geldi ve onu alıp götürdü. Hiçbirimiz, onu, ölümün pençelerinden
kurtaramamıştık.
Ertesi sabah,
babamı yatağında yalnız yatarken gördüğümde yanına sokulmuştum. Ona, büyüdüğümde
canavarı öldüreceğimi ve ondan sonra kimsenin annesini alamayacağını söyledim. Yüzündeki
yorgun ifade aydınlanır gibi olmuştu. Nemli gözlerle bana bakmış ve “Büyüyünce doktor olmak ister misin kızım?”
diye sormuştu. Sonra da; doktor olup
insanların acılarını hafifletebileceğimi, onları sağlıklarına
kavuşturabileceğimi, ama yine de ölümün önüne geçemeyeceğimi eklemişti. Zamanı
gelince herkes ölecekti. Ölümden sonra ise sonsuz bir hayat vardı ve
sevdiklerimizle orada yaşamaya devam edecektik. Korkum hafiflemiş hatta yerini
umuda bırakmıştı. Uzunca bir süre, canavarın gelip beni de götürmesini beklemiştim.
Çok sonraları ise sevdiğini kaybettikten sonra ölmeyi istemenin yersiz bir beklenti
olduğunu anladım. Babam ölmüştü ve artık geride kalanlar olarak üç kardeş
birbirimize sımsıkı sarılmamız gerekiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder