Hastaların muayenesi bittiğinde saat bire geliyordu. Odanın dışında, ancak her zaman olduğu gibi kapının hemen ilişiğinde
sonuç göstermek için gelmiş olan birkaç kişi vardı. Bir tanesi içeri girmek
üzere kapıyı araladı. Çoktan öğle arası olduğunu ve mola vereceğimi söyledim.
Acıkmıştım. Ömür’ü aradıktan sonra yemekhaneye gidecektim.
Hat,
ikinci çalıştan sonra meşgule düştü. Onu daha önce bu saatlerde hiç
aramamıştım. Çoğunlukla bir önceki gece mesaj atardı ve iş çıkışı buluşurduk. Tekrar
aramam doğru olmazdı. Odadan çıkmaya çalıştığım sırada, kapıda bekleyenlerde
hareketlenme oldu, aldırış etmeden aralarından geçip çıktım. Bir dal sigara,
bir saattir kulağımın arkasında duruyordu. Onu, dudaklarımın arasına götürüp,
binadan çıkar çıkmaz yaktım. Art arda iki derin nefes çektim. Beş, altı nefes
sonra izmarit haline gelmişti, yemekhanenin giriş kapısının aksi yönüne doğru
fırlattım.
Kapıdan geçer geçmez bamya kokan bir nem
bulutu yüzüme çarpmıştı. Menüyü öğrenmeden buraya kadar geldiğime söylenerek birkaç
adım attım ve içeride tanıdık bir yüz olup olmadığına baktım. Yoktu. Dışarı
çıktım. Bir sigara daha yaktım. Poliklinik binasının yanındaki çay ocağına
oturdum. Yakınlardaki dönerciyi arayıp, soslu kaşarlı bir buçuk dürüm söyledim.
Telefonu
kapattığım sırada omzumda bir elin baskısını hissettim. Gelen Fikret’ti.“Naber
Oktay?” dedi. Sesi hala kısık ve de
gıcırtılı çıkıyordu. “İyilik abi.”
dedim, nasıl olduğunu sordum.
Aslında Fikret ile aramızda pek yaş farkı yoktu. Aynı fakülteden mezun olmuştuk.
Benim, iki-üç dönem üstümmüş. Ama dökülen saçları ve özellikle oturduğu
zamanlarda dışarı taşmaya çabalayan, gömleğin yeterince örtemediği gergin göbeği
nedeniyle benden oldukça yaşlı görünüyordu. Yarım çerçeve gözlüğünü çıkardı,
masanın üzerine koydu. Plaketlerin, burun
kökünde bıraktığı kırmızı basınç izlerini sıvazlamaya başladı. Uzunca bir süre,
havanın bunaltıcı sıcaklığından dert yandıktan sonra; “Bugün poliklinikçiyim.
Sabahtan beri iki yüz küsür hasta bakmışım. Millete laf anlatmaya çalışmaktan
ses mes kalmadı. Şu hale bak!” dedi. Aslında sesi haftalardır böyle gıcırtılı
çıkıyordu. Fazla konuşmayla alakası olmayabilirdi. “Bi gün gel de kontrol edeyim.” dedim ve sigara paketini uzattım. Almayacağını biliyordum.
Daha önce onu hiç sigara içerken görmemiştim.
Ben, bir tane yakmaya çalışırken çakmak takıldı.
Bir süre masanın kenarına sürterek, yerinden çıkmak üzere olan vidasını
oturtmaya çalıştım. İşe yaramamıştı. Bu sırada, ocakta çalışan, saçları jöleli
ve ince suratlı oğlan, elinde tepsi ile yanımıza geldi. Tepsinin üzerinden iki
tane çay alıp masanın üzerine bıraktı. Sonra da kıvrak bir hareketle belinden
çokça aşağılara sarkmış, yırtık pırtık kot pantolonunun cebinden çıkardığı
çakmağı, yakarak uzattı; “Hocam, buyur!”
Fikret,
sigarayı çok içtiğim üzerine konuşma yapmaya başlamıştı ki sipariş ettiğim
dürümler geldi. Yarım olan parçayı Fikret’e sundum. Geri çevirmedi. Şaşırmamıştım.
Saat buçuğa geliyordu. Beş dakikada iki dürümü yuvarladıktan sonra, “görüşürüz
abi.” deyip kalktım ve bir sigara yaktım. Poliklinik binasının kapısının
önünde izmariti söndürerek, içeriye girdim. Koridor hınca hınç doluydu.
Üzerimde önlük olmasa asla aşamayacağım bir insan kalabalığını, yine de yoğun
bir çaba ile geçebildikten sonra odama girdim, numaratörün düğmesine bastım.
Ellerinde kağıt, üç kişi itiş kakış içeri daldı.
devamı gelecek... ;)
ÖNEMLİ NOT: Sigara sağlığa çok zararlıdır. Ciddiyim bak, içmeyin sakın! Başta sana söylüyorum T.K. :)
En küçük an ve ayrıntılar,izliyormuşum gibi geldi.(Sigara sağlığa zararlıdır);iyi uyarı
YanıtlaSil