3 Mayıs 2016 Salı

VEDA-10 (Oktay'ın gözünden)

   Sabahın köründe, valizi odanın ortasına sermiş, “Şebnem’e gidiyorum.” dedi. Boşuna yalan söylüyor. Benim için, nereye gittiğinin, neden gittiğinin bir önemi yok. Nasılsa her zamanki gibi geri gelecek. Ben de biraz nefes alırım. Kaç gün izin alacak acaba? Hastaneye gidince özlüğü arayıp sorayım bari.
  Şu eve birini bulamadı gitti. Her gün kahvaltı etmeden çıkıyoruz. Sadece simitle, poğaçayla kahvaltı mı olur? Göbek de aldı başını gitti. Ondan sonra, “kilo aldın” diye söylensin dursun.
   Arabayı Hakan’a vereyim de yazlık lastikleri taktırsın, vakti geldi artık. Zaten yıkanması da lazım. Bir gün yağmur; bir gün toz, toprak, güneş; leş gibi oldu. Ben de poliklinik çıkışı tıraş olmaya gideyim. Uzadıkça beyazlar daha çok belli oluyor.  
  Sekreterliğe söyleyeyim de da bu hafta için fazla randevu almasınlar. Biraz kafa dinleyeyim. Maç bugün mü yoksa yarın mıydı? Bizimkiler bir organizasyon yapsa. Evde bekleyen de yok nasılsa.
  Öğleye doğru, diğer planlardan vazgeçip, akşam için Ömür’ü aramaya karar veriyorum. Ömür, kumral, yeşil gözlü, ince uzun bacaklı, oldukça çekici bir kız. Annesini muayeneye geldikleri ilk gün ilgimi çekmişti. Ben annesi ile konuşurken gözlerini üzerimden hiç ayırmadan, saçının bukleleriyle oynuyordu.
   Ameliyat günü refakatçi kalmış. Ben de nöbetçiydim. Gece bir ara odama geldi. Annesi ile ilgili bir sorun olduğunu sanmıştım ama o, teşekkür etmek için geldiğini söyledi. Kahve içmek isteyip istemediğini sordum. “İçerim.” dedi. Nöbet odasındaki koltuğa oturdu. Kendinden emin ve güzelliğinin farkında olan ama şımarık görünmeyen bir kız. Fazla konuşmuyordu. Genellikle ben konuşmuştum. O, ya soru soruyor ya da söylediklerimi vurguluyordu.  Sırf laf olsun diye, annesinin durumu ile ilgili daha önce söylediğim şeyleri tekrar anlattım. Kahvesi bitmişti. Gitmek üzere kalktı. Yaklaştı, elini uzattı ve “İyi nöbetler.” dedi. Elimi çekmemiştim. O da çekmedi. Bedenlerimiz çok yakındı. Dudaklarından öptüm, uzaklaşmadı. Bir süre sonra dudaklarını ayırdı ve iyi geceler dedi. Sabah vizitte görüşürüz dedim. Bir şey söylemedi. Gülümsedi ve gitti.
  Gece, acil ameliyata girmem gerektiği için ancak sabaha karşı, ameliyathanenin nöbet odasında, perişan bir şekilde uyuyakalmıştım. Sabah kalktığımda saçım, yapış yapış ve dağınıktı. Alnımda bonenin lastik izi, yüzümde yastığın kıvrımından kaynaklanan çizgilenmeler, göz kapaklarım şiş bir vaziyette uyanmıştım. Karşısına o şekilde çıkamazdım. Hamdi’yi arayıp, Ömür’ün annesinin drenlerini kontrol etmesini söyledim. Diğer hastalarımı dolaştıktan sonra da polikliniğe indim.
  Sonrasında birkaç kez görüştük. Sinemaya ya da akşamları bir şeyler içmeye falan gitmiştik. Annesiyle birlikte yaşıyordu. Kendinden söz etmeyi pek sevmezdi. Nerede, ne iş yaptığını bile bilmiyordum. Ama seyahat rehberi olduğunu falan düşünürdüm çünkü birçok yer hakkında ayrıntılı bilgiye sahipti. Bunu söylediğimde gülmüştü. Harika bir gülüşü vardı. Dişleri oldukça düzgün ve de beyazdı. Güldüğünde ve hatta gülümsediğinde ağız köşeleri yukarıya doğru muntazam bir kavis alırdı.
  
devamı gelecek... ;)

2 yorum:

  1. Bernanin hayatından çık o zaman oktay, niye eziyet ediyorsun kıza? Tam dayaklik bu oktay:(

    YanıtlaSil
  2. Şaşırmadım şımarık.Burada bırakmalı yarın fırst bulursam devam tekrar tebrik ederim.Gerçekten kitabı elimden bırakamadım hissi oldu.

    YanıtlaSil