16 Mayıs 2016 Pazartesi

VEDA 18 (oktay)

  Neyse ki tıraş uzun sürmemişti. Kasada parayı ödedim, çırağın eline de beş lira tutuşturup çıktım. İstanbul yolunda fazla trafik yoktu. Batıkent istikametine dönüşte Ömür’ü aradım. Yol bilgisayarının tarifi üzerine, birbirinin aynı en az iki kavşaktan geçtim. Üç katlı ve de bahçeli ancak oldukça eski görünümlü müstakil evin yan sokağına arabayı park ettim, radyonun kanalını değiştirdim. Sonra da kontağı kapatıp beklemeye başladım.
   Üniversite dönemim bu semtte geçmişti ve bir daha gelmemek üzere taşınmıştım. Bu da son gelişim olacak zaten diye geçirdim aklımdan.
  Hava çoktan kararmıştı. Arabanın içinde daha fazla beklemek istemediğimden dışarı çıktım ve bir sigara yaktım. Evin bahçesi kedi barınağını andırıyordu. Duvar dipleri yalanıp duran ya da uyuyan kedilerle doluydu. Havada çiçek kokusu ile karışık çöp kokusu vardı. Sokağın başında duran konteynırın çevresi, kısmen yırtılmış çöp poşetleriyle doluydu. Az sonra yüzü gözü kirden kapkara olmuş, on üç- on dört yaşlarında bir oğlan sokağa döndü ve poşetleri karıştırmaya başladı. Bulduğu plastik kutuyu, bidonu alıp ayağıyla düzledikten sonra, çuvaldan yapma, boyundan büyük taşıyıcıya atıyordu. Paçaları kıvrılı, gri bir kumaş pantolon giyinmişti. Ayağında terlik, sırtında ise nike logolu, kısa kollu bir forma vardı. Hava ılık ılık esiyordu. Oğlan arabasını ardında sürükleyerek yanımdan geçti ve Ömür’ün bahçe kapısının önüne geldiğinde durup beklemeye başladı. Bir iki dakika daha bekledikten sora onu uzaklaştırmak üzere yanına doğru yürüyordum ki evin aralanan kapısında Ömür belirdi. Elinde peçeteye sarılı ancak yarısı dışarıda kalmış ekmek somunu duruyordu. Onu oğlana verdikten sonra yanıma geldi. Çok bekletip bekletmediğini sordu. Evde elektrikler kesilmiş, o nedenle de hazırlanması biraz uzun sürmüş. Altında açık mavi renk, dar bir kot pantolon; üzerinde ise v yaka beyaz renkli spor tişört vardı. Ayağındaki topukluların da etkisiyle oldukça gösterişli duruyordu. Omzunda uzun, metal askılı küçük bir çanta takılıydı. Kumral saçlarını bu sefer toplanmamış; düz ve de gür bir şekilde omuzlarından, sırtına dökülüyordu. Tüm sadeliği ile öyle genç ve de öyle güzel görünüyordu ki yüzüne bakakalmıştım, gözlerimi ayıramadığım tedirgin edici birkaç saniye sonrasında dudaklarından öpmek üzere ona doğru eğildim. O ise parmaklarının ucunda biraz daha yükselerek yüzünü benden tarafa çevirdi ve yanağıma dudaklarını kondurdu. O an tereddüt ettiğim ve heyecanımı saklayamamış olduğum için utanmıştım. Ondan değil, kendimden. Çok toy hissetmiş ve bunu kendime yakıştıramamıştım. Ancak bu his kısa sürdü. Arabanın yanına kadar elim belinde yürüdük. Kapıyı açtım ve oturmasını bekledim.
  Yolun başında fazla konuşmadık. Hal hatır sormalar ve annesinin nasıl olduğu üzerine kısa bir muhabbet, o kadar. Zaten genellikle az konuşurdu.  Sessizlik uzayınca radyoyu açtım, klasik müzik çalmaya başladı. Şaşırmış bir şekilde “Bunu gerçekten dinliyor musun?” diye sordu.  Arabada böylesi sakin müzikler dinlemenin iyi geldiğini, trafikte sinirlerimi yatıştırdığını, hatta ameliyat yaparken de klasik müzik dinlediğimi söyledim. Yalandı. Ameliyathanede Orhan Gencebay dinlerdim.
  Neden gözünü boyamaya çalıştığımı sordu. Anlamadığımı söyledim. Rol yapmama gerek olmadığını, gerçek beni tanımak istediğini söyledi. Böylesi bir yakınlaşmayı istemiyordum, rahatsız olmuştum. Cevap vermedim. O da susmuştu. Aklından ne geçiyordu bilmiyordum. Benim aklımdan ne geçtiğini ya da ne düşünmem gerektiğini de bilmiyordum. Daha önce birkaç kez buluşmuş, muhabbet etmiştik ancak hep havadan sudan şeyler üzerine konuşurduk. Rahat görünürdü. Böylesi bir beklentide olduğunu fark etmemiştim. O an B&Q’ ya gitmenin iyi bir fikir olmadığına karar verdim. Cuma gecesiydi ve canlı müzik olan, yaş ortalamasının yirmilerde olması nedeniyle kendimi yaşlı hissettiğim şu yerlerden birine gidecektik.  
  Artık ne iş yaptığını da önemsemiyordum ve daha önce sormadığım için sevindim.  


Devam edecek... Sevgiler ;)

8 yorum:

  1. gerçek bir yazar gibi yazıyorsun ya.yoksa öyle misin? hemen atmosfer sarıp sarmalıyor. hep merak etmişimdir, kadın yazarlar erkeklerin, erkek yazarlar kadınların aklından geçenleri nasıl yazabiliyor. düşünce sıramız, düşünürkenki kelimelerimiz aynı mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bilmiyorum ki, hiç araştırmadım. Ama bilimsel bir açıklaması vardır mutlaka ;)
      Benim görüşüm, düşünce akışını cinsiyet kadar kişinin yetiştiği toplum da etkiliyor olduğu.
      Bu arada beğenmene sevindim :) sevgiler...

      Sil
  2. Sanırım bu hikayede okuduğum ilk kısım ancak yeni bir hikaye başlangıcı tadında . Devamını merakla bekliyorum. :) Çok başarılı betimleme yapmışsın. Çöpü kokusunu hissettim :P

    YanıtlaSil
  3. Sevgili buzlu kalem. Bu yazı dizisini zevkle takip ettiğimi biliyosun. Birgün bir kitabın çıkarsa önce ben okuyacağım. Ayrıca merak ettim niçin buzlu kalemin? Bana da bekliyorum senin kadar kuvvetli değil kalemim. Başarılarının devamını merakla bekliyorum selamlar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler çay molası :) çıkarsa eğer hatırlat, sana kitabımı yollayayım olur mu? ;)
      Blog sayfasını oluşturduğum sıra soğuk ve de karamsar şeyler yazıyordum. İsim de kaldı öyle. :))
      Sevgiler...

      Sil