31 Mayıs 2016 Salı

VEDA 24 (Berna)

“Evet” dedim “Siz kimsiniz?”  
“Ben Oktay’ın arkadaşıyım. Akşam iş çıkışı hep beraber dışarıda toplanmıştık. O bizden erken ayrıldı. Çıkarken de telefonunu masada unutmuş. Bende olduğunu söyler misin, aramasın boşuna.”  Oktay telefondan başka pek bir şey taşımazdı, nasıl unutabildiğine şaşırmıştım. Hemen sonra, ardı sıra gelen saçma düşünceleri kafamdan kovuşturup; Ankara dışında olduğumu, ev numaramızı kendisine yollayacağımı, şarjım bitmek üzere olduğundan telefonu kapatmam gerektiğini söyledim. Teşekkür etti. “Asıl ben teşekkür ederim” deyip telefonu kapattım.
 Bu arada gelmiştik. Arabayı sahildeki otoparka bıraktıktan sonra hep beraber inip yürümeye başladık. Parkın yakınlarına geldiğimizde Defne ile Onur el ele verip bizden ayrıldılar.
  Ortalıkta hiç martı görünmüyordu. “Martılar nerede?” dedim. Şebnem duraksadı ve bana baktı.  “Ya vapurların ya da köprü balıkçılarının çevresindedirler. Nereden çıktı şimdi bu?” Gözlerindeki tedirginliği fark etmemek mümkün değildi. Kafamı çoktan denizden tarafa çevirmiştim, ama beni süzmeye devam ettiğini hissedebiliyordum. “Kırmızı ışığı kollayan dilenciler gibi yani.” dedim. “Herkes ekmeğinin peşinde koşar hayatım, sonuçta can taşıyoruz” diye cevap verdi. Yanılıyordu. “Benim dileğim sadece mutlu olmak. Ruhum açken ekmeğin bana yararı yok.”
Hiç karnın aç kaldı mı ki? Hangisinin daha gerekli olduğunu nereden biliyorsun?” dedi. Sen ikisinin eksikliğini de yaşamadın, ahkam kesmesini biliyorsun ama diyecektim, sustum. “Kaldı ki ruhunun aç olması için de hiç bir sebep yok. Sevdiğin işi yapıyorsun, aşık olduğun adamla evlendin, çocukluğumuzun geçtiği evde oturuyorsun ki orayı hep çok severdin. Hem biz de varız işte, canın ne zaman isterse atla gel. Hesap vermek zorunda bile değilsin.” Yarama tuz basıyor, bile isteye mi yapıyor böyle anlamıyorum. “Hesap soracak kadar bile değer vermiyor bana değil mi?” Sesini yükseltmeye başlamıştı. “Bu mu değer ölçütün. Sen iyi olduğuna emin misin?” Sabahki konuşmamızı ne çabuk unutmuştu böyle. “Sen beni anlamıyorsun, anlayamazsın da.”
 “E anlat o zaman güzelim, ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlat. Aramıza kalın bir duvar ördün,  ardına geçmeme asla izin vermiyorsun.”
  “Hayat, dengesiz akan bir nehir gibi.” dedim. “Bazen bir yere yetişmesi gerekiyormuşçasına coşuyor, bazen de hiç acelesi yokmuş gibi duruluyor. Hayatımdaki insanların hepsi o nehrin üzerinde, akışına uymuş yüzüyorlar. Ben ise hep kıyısında kalıyorum. Ya acele edip sonrasında beklemek zorunda kalıyorum ya da ben varlıklarını fark edene kadar gözümün önünden geçip gidiyorlar.
   Donup kaldı. Şu an muhtemelen uygun kelimeleri bulmaya çalışıyor diye düşündüm. Oysaki o anlat demişti,  ben de anlattım. Hissettiklerim bunlar işte Şebnem Hanım! Ben yıllardır çıkamıyorum içinden, şimdi sen bul yolunu.
  “Bu kadar derin düşünmek için çok mu uğraşıyorsun?” dedi. “Bu şekilde mutlu olman mümkün değil bitanem. Hayatı irdeleme. Sadece yaşa! Kim yanındaymış, kim değilmiş boş versene. Seni mutlu edecek şeyler yap, spor yap, gez, resim falan yap. Sen severdin böyle uğraşıları. Özellikle de resim yapmayı. Neden bıraktın hiç anlamıyorum.” Ailede güzel resim yapan biri vardı zaten. Sen varken ben ne olacaktım, gölgen falan mı? Kalsındı.  “Belki Oktay’la aranızdaki problemin en büyük sebebi de senin bu fazla irdelemelerin.” Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. “Beni nasıl suçlarsın? Daha sabah Oktay’a saydırıyordun, şimdi ne değişti? Bendeki anormalliği görünce Oktay mı aklandı birden?” 
“Olur mu öyle şey! Sen beni yanlış anladın. Benim kast ettiğim, Oktay’ı fazla kafaya takıyor olduğun. Aranızda geçenler basit şeyler aslında. Sen bu kadar takılmasan dert edilecek şeyler değil.” “Aldatmak mı basit olan, bu denli ilgisizlik mi?”
“ Bak öyle bir şey var mı yok mu emin değiliz. Ama gerçek olan bir şey var; o da senin Oktay olayına aşırı takılmış olduğun.”  İşte yine başladı. Çok bilmiş Şebnem. Neden uzunca süredir buraya gelmediğimi şimdi anımsıyorum. Son gelişimizde de aramızda benzer bir tartışma geçmişti ve ben kaçarcasına geri dönmüştüm.
 “Aslını sorarsan senin için o kadar çok endişeleniyorum ki. Hissettiklerinle, yaşadıklarınla başa çıkamayacağından korkuyorum.” Beceriksizliğime, güçsüzlüğüme dair bir öncekilerinin benzeri imalar. Başladık işte. “Başa çıkamayacak olsam, şuan burada olmazdım herhalde. Bu bir mücadele değil mi?”
“Peki nerede olurdun?”  diye sordu ama ben cevabını ağzıma bile almak istemiyordum. “Buraya biraz olsun destek almaya, güç toplamaya gelmiştim. Aslında bir daha o eve dönmek istemiyordum ama belki de dediğin gibi Oktay hakkında yanılıyorumdur. Neden olmasın?”
“Bunlar gerçek düşüncelerin mi yoksa tartıştığımız için benden kaçıyor musun?” Onun böylesine kendinden emin ve de kontrollü oluşu beni daha çok eziyor, farkında değil. Belki de bundan keyif alıyordur. Yıllardır bitmek bilmeyen bir müsabaka, olamaz mı?  “Seni kırmak, üzmek istemiyorum. Amacım yardımcı olmak.”
 Kafasını önüne eğdi ve çenesindeki o hayali kabarcığı kaşımaya başladı. Sonra birden durup, bana döndü. Ben de durmuştum. Sağ eli ile elimi yakaladı, iki elinin arasına aldı. Kötü haber almış birini avutmak istercesine; “Yanlış anlama, ne olur! Ama hastalığının tekrarlamasından korkuyorum.” Dedi.  
   Kıpkırmızı kesilmiştim. Yanaklarım büsbütün yanıyordu. Sinirden nefesim kesildi, sesim çıkmayacaktı biliyordum. Yardımcı olmak istiyormuş. Buraya gelmemeliydim, başka yer mi yoktu sanki gidecek? Rezil olmuştum, rezil. O anın zihnimden silinmesini ne çok isterdim.
 Güçlükle; “İzin verirsen biraz yalnız kalmak istiyorum.” Dedim.  “Berna'cım yapma nolur! Sana ulaşmama izin ver.”
  Beni yalnız bırakmasını istediğimi, ısrarla tekrar ettim. Kendisinin Onurların yanına gitmesini, sonra benim de geleceğimi söyledim. Emin misin diye sorunca, yan taraftaki bankı gösterip orada oturacağımı ve konuştuklarımızı düşüneceğimi söyledim. Buna ihtiyacım vardı. Kendime gelmeliydim ve bunu ancak yalnızken yapabilirdim. Yanımda birileri saçmalayıp dururken değil.
  Şebnem uzaklaştı, ben de denize bakmakta olan o sahipsiz banka oturdum. Yosun ve iyot kokusunun boğazımda bıraktığı tat hoşuma gidiyordu. Kollarımı iki yana açıp bankın arkalığın üzerine doğru uzattım. Gözlerimi kapattım, nefesimi yavaşlattım. Daha ağırdan ve oldukça derin. Az önce köşe bucak yanmakta olan yüzümün nemden yapış yapış olduğunu hissettim. Güneşin her bir huzmesi açıkta kalan yerlerimi iğneleyen davetsiz misafirlerdi ancak ben bu misafirlerden de hoşnuttum. O an beni rahatsız eden tek şeyin, aslında Şebnem'in varlığı olduğunu fark ettim. O yanımdan uzaklaştığı anda yeniden huzur bulmuştum.
 Bir süre öylece oturduktan sonra pek de yabancı gelmeyen bir ses, neredeyse bağırarak, “Merhaba” dedi, “Bak işte, dünya küçük.”
 Heyecanla toparlandım. “Lütfen, rahatsız olma.” Biraz yana kaydım ve boş olan yeri göstererek “Oturmaz mısın?” diye sordum. Sanki geçmişin tozlu yaprakları arasında kalmış, unutulmaya yüz tutan bir anı tazelenmişti ve neden böyle hissettiğimi anlamam uzun sürmedi. Karşımdaki bir çift yeşil göz içine, güneş, tüm cömertliği ile doluyor ve onları birer zümrüt parçasına dönüştürüyordu. O an, Oktay'ın gözlerine baktığımı fark ettim. On yıl önce, yeşil kokan o parkta hissettiğim savunmasızlık, şimdi burada beni ablukaya almıştı.  “Gitmedin mi?” diyebilmiştim sadece ve de titreyen bir ses ile.
 “Hayır, gitmedim. Seni bekliyorum.” dedi. Anlamamıştım. “Mesajlarımı almadın mı yoksa benden geldiğini mi anlamadın?” Afallamıştım. Heyecanımın yanına tuhaf bir duygu sızmaya çalışıyordu. Hayır, hayır kuşku değil. Belirsiz olamayacak kadar güçlü bir duyguydu bu. Yüreğim titriyordu. Yıllardır asıl işlevi olan; bu bedeni yaşıyormuş gibi hissettirme görevini nihayet hatırlamış gibiydi.
 “O mesajları sen mi yolladın?  Ama nasıl olur?” Güldü ve göz kırptı. “Hiçbir şeyin tesadüf olmadığı gibi hayatta mümkün olan birçok da şey var. Sadece hayal et ve iste!” Dirseğini bankın arkalığına yaslamış, tüm vücudu bana dönük oturuyordu artık.  “Aslında ben yıllardır senin yanındaydım, sadece gözlerinin açılmasını bekledim.” “Anlamıyorum.” Dedim, anlamıyordum. Kafam karmakarışık olmuştu. Ama öyle mutlu idim ki fazla sorgulayıp o anın büyüsünü bozmak istemiyordum. Hayatımda bir kez olsun suyun akışına kapılmaya karar vermiştim. Elimden başka bir şey de gelmiyordu zaten.
 “Neyse ben şimdi gideyim, güç durumda kalmanı istemem. Bugün eğlen, güzel vakit geçir ve benden haber bekle olur mu?”  Tamam dedim ve yeniden gözlerimi kapattım.
  Kısa bir süre sonra Onur geldi yanıma oturdu. “Toplansana bacılık, bu nasıl oturuş?” Sesini duyar duymaz irkilmiştim. Derin bir uykudan uyanmışçasına mahmur ama fazlasıyla dingin, doğruldum ve kafamı kaldırıp yüzüne baktım.
  “Noldu? Benim hatunla kavga mı ettiniz yoksa?”  dedi. “Yok canım ne kavgası, biraz yalnız kalmak istedim sadece.”

   “Şebnem seni çok seviyor biliyor musun?” dedi. Aldırmaz bir ifadeyle yüzüne baktım. “Ne oldu, annemle babamın ölümü için beni suçlamaktan vaz mı geçmiş?”   “Saçmalama, ne ölümü! Ne suçlaması! Delirdin kızım sen?”  “Sen de başlama lütfen Onurcum kalbini kırmak istemiyorum.” “İstesen de kıramazsın ki bacılık” deyip gülerek yanağımdan makas aldı. 

14 yorum:

  1. Gerçekten oktay mı, yoksa hayal mi görüyor? Oktay ömurleydi. Hem telefonunu da unutmuş. Içinden çıkamadım bak..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok yakında... ben deyim üç bölüm sen de ön üç bölüm sonra, gerçekler gün yüzüne çıkacak ;)

      Sil
  2. Buna baştan başlamak lazım. Yeni sezona kadar anca doktor :) Filhakika dur bakalım nolcak...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İllaki okuyum ben bunu diyorsan, Allah kolaylık versin bi de gözüne sağlık ;)) elli küsür sayfa oldu herhalde

      Sil
  3. Şebnemle ilişkileri çok değişik. Şaşırıyorum açıkçası. Psikolojilerini çok başarılı yansıtmışsın buzlu kalem.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Berna manyak biraz, ondan ;) teşekkür ederim bu arada

      Sil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Şaşkınlardayım ben ama yaaa :S

    YanıtlaSil
  6. Merhaba, deepin blogunda sizi gördüm hemen geldim takibe aldım bende beklerim :)

    YanıtlaSil
  7. Merhaba blog yazılarıma bir süre ara vermiştim ki geri döndüğümde sizin bloğunuzu gördüm. Takip listeme ekledim. Sevgiler. Bloğumu takip etmek isterseniz http://bilgicellim.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil
  8. Yeni gelen arkadaşlar,
    Hepiniz hoş geldiniz ;) benim minik oğlan uyur uyumaz sayfalarınıza geliyorum, sevgiler...

    YanıtlaSil
  9. Ay heyecan doruklara çıktı! Kafamda bir sürü soru işareti oluştu! Neyse bakalım, bekleyip göreceğiz. :) Kalemine sağlık, döktürmüşsün yine :) Sevgilerimle...

    YanıtlaSil